11 Ocak 2009 Pazar

İNSANDA SİNDİRİM SİSTEMİ Sindirim sisteminin bölümleri

İNSANDA SİNDİRİM SİSTEMİ Sindirim sisteminin bölümleriİNSANDA SİNDİRİM SİSTEMİ Sindirim sisteminin bölümleri:
1. Ağız: Dişler, dil, tükrük bezleri, dudaklar
2. Yutak 3. Yemek borusu
4. Mide 5. ince bağırsak
6. Kalın bağırsak 7. Anüs
Sindirime yardımcı organlar:
1. Karaciğer 2. Pankreas 3. Tükrük bezleri

VÜCUTTAKİ ÖĞÜTME MEKANİZMASI:
SİNDİRİM SİSTEMİ
Vücudumuzdaki yaşamsal etkinliklerin sürmesi yani organlarımızın çalışması ve hücrelerimizin yenilenmesi için gerekli olan temel maddeleri çeşitli yiyecek ve içeceklerden sağlarız. Ama yediğimiz her yiyeceğin, örneğin etin, ekmeğin, sebze ya da meyvenin bu temel maddelere ayrışması ve vücutta kullanılabilecek duruma gelmesi için çok köklü değişikliklerden geçmesi yani sindirilmesi gerekir.
Yeni doğmuş 2-3 kilogramlık bir çocuğun 20-25 sene sonra 1.80 cm boyunda, 75-80 kilo ağırlığında bir insan olmasını sağlayan, besinlerin sindirilmesidir. Aradaki bu muazzam kütle farkının kaynağı, çocuğun aldığı besinlerin içindeki maddelerin zaman içinde vücuduna katılmasıdır. Bu besinlerin bir kısmı yaşam için gerekli olan enerjiyi sağlar, bir kısmı ise vücuda eklenir ve insanın eti, kemiği haline gelir. İşe yaramayan kısımlar ise vücuttan atılır.
Sindirim sistemi yeryüzünün en üstün rafineri sistemini içerir. Bu rafinerinin içine alınan maddeler önce hammaddelerine ayrılır, daha sonra bu hammaddeler kullanılmak üzere vücudun gerekli bölgelerine gönderilir. Parçalanan maddeler birbirlerinden çok farklı olduğu gibi, ortaya çıkan yeni maddeler de birbirlerinden çok farklıdır.
Sindirim sisteminin işleyişini bir petrol rafinerisinin çalışmasına benzetmek mümkündür. Bir petrol rafinerisinde hammadde olarak rafineriye giren petrol, çeşitli işlemlerden geçerek aşamalı olarak parçalanır ve bu sırada birbirinden farklı ürünler elde edilir. Rafineride gerçekleşen kompleks işlemler sonucunda arabanıza enerji veren benzinin yanısıra üzerinde yürüdüğünüz asfaltın hammaddesi ve kullandığınız plastik ürünler de üretilir. Aynı şekilde sindirim sonucunda da çok çeşitli maddeler ortaya çıkar. Ancak sindirim sisteminde gerçekleşen olaylar, bir rafineride gerçekleşen olaylardan çok daha komplekstir ve çok daha üstün bir çalışma sistemi sayesinde meydana gelmektedir. Ayrıca bu işlemler son teknoloji ile donatılmış bir rafineride değil, sizin bedeninizin içinde gerçekleşir. Sabah kahvaltıda yediğiniz besinler siz günlük uğraşlara dalmışken, okulda ders dinlerken veya yolda yürürken, size hiç hissettirilmeden bu muazzam rafinerinin içinde binlerce değişik kimyasal işleme tabi tutulur.


Bir petrol rafinerisine hammadde olarak giren petrol, çeşitli işlemlerden geçer ve çok farklı ürünler elde edilir. Aynı şekilde vücuda giren besinler de sindirim işleminden sonra çok farklı maddelere dönüşürler.
Bu kimyasal işlemlerin gerçekleşmesi için uzun bir kanala ihtiyaç vardır. Kanalın her noktasında da kanal içinde yer alan maddeleri değişime uğratacak özel rafine sistemlerinin bulunması gerekir. Söz konusu kanalın uzunluğu en az 8-10 metre olmalıdır.
Ancak insan vücudu ortalama 1.70-1.80 m. uzunluğundadır. Bu durumda 10 metrelik bir kanal sisteminin, kendisinin yaklaşık beşte biri uzunluğundaki bir bedenin içine sığdırılması gerekmektedir. Bu da şüphesiz özel bir endüstriyel tasarım gerektirir. Nitekim insan vücudu bu tasarıma sahip olarak yaratılmıştır. Söz konusu kanal (ağız, yemek borusu, mide, incebağırsak ve kalınbağırsak) insan bedeninin içine özel bir plan doğrultusunda yerleştirilmiştir. Bu plan dahilinde 10 metrelik sindirim sistemi 1.70 m. uzunluğundaki bir bedenin içine özenle paketlenmiştir.
Yenilen her besin, vücudunuza girdikten sonra sindirim kanalı içinde yaklaşık 10 metrelik bir yolculuğa çıkar. Bu yolculuk sırasında besinler bir dizi mekanik ve kimyasal olaya tabi tutulurlar. Yiyecekler beş bölümlü 10 metre uzunluğundaki kanaldan sırayla geçerken, bir yandan öğütme, yoğurma ve çalkalama gibi mekanik hareketlerle, bir yandan da çeşitli salgı bezlerinin bu kanala boşalttıkları özsuların kimyasal etkisiyle sindirilirler.
Sindirim ağızda başlayıp midede ve incebağırsakta sürer. Besinlerdeki yararlı maddelerin kan damarlarıyla emilip dolaşıma karışması ise incebağırsaklarda gerçekleşir. Kalınbağırsak ise sindirilmeyen yararsız maddelerdeki suyun emilip geri kalan posanın vücuttan dışarı atıldığı yerdir.
RAFİNERİ GİRİŞİ
Yemeği ağzınıza götürmenizle beraber sindirim sistemi harekete geçer. Ağza alınan yiyecek dişler tarafından parçalanır ve öğütülür.
Dişler bu işlem için özel olarak tasarlanmışlardır. Bilinen en sert organik madde olan -diş minesi- ile kaplanmışlardır ve aynı zamanda da kimyasal maddelere karşı da çok dayanıklıdırlar.
Her diş görevine uygun bir şekle sahiptir. Örneğin ön dişler keskindir, yiyeceği koparır. Köpek dişleri sivridir, besini yırtar, parçalar. Azı dişleri ise besini öğütebilecek şekilde tasarlanmıştır. Eğer ağzımızdaki dişlerin hepsi aynı cins olsaydı, örneğin 32 köpek dişi veya 32 kesici dişe sahip olsaydık yemek yememiz hemen hemen imkansız hale gelirdi.
Dişlerdeki tasarımın bir başka örneği de dişlerin diziliminde görülür. Her diş olması gerektiği yerdedir. Kesiciler olmaları gerektiği gibi ön tarafta, azılar yine olmaları gerektiği yerde arka taraftadır. Bunların yerinin değiştirilmesi bile dişleri tamamen kullanışsız hale getirebilir.
Dişler sindirim işleminde önemli rol oynar. Yanda sırasıyla, 1) Yeni doğan bir bebeğin, 2) Dokuz yaşındaki bir çocuğun, 3) Yetişkin bir insanın çene kemikleri ve dişleri görülüyor.
Birbirinden bağımsız olan üst ve alt dişler arasında da kusursuz bir uyum vardır. Her iki bölgedeki dişler, çene kemiği kapandığı zaman tam olarak birbirlerinin üzerine oturacak şekilde tasarlanmıştır. Örneğin tek bir azı dişiniz diğer dişlerden daha uzun olsa veya üzerinde fazladan bir çıkıntı bulunsa, ağzınızı kapayamazdınız. Bu durumda konuşma ve yemek yeme gibi çok basit ihtiyaçlarınızı dahi karşılayamaz duruma gelirdiniz.
Yeni doğmuş bebeklerin ağızlarında ise diş yoktur. İlk günlerinde tek besinleri anne sütü olduğu için buna ihtiyaçları da yoktur. Fakat zamanla katı besinlerle beslenme çağı geldikçe, bebeklerin ağızlarındaki yumuşak damağın içinde bazı değişiklikler olur. Burada bulunan bazı hücreler bir sinyal almış gibi aniden kalsiyum depolamaya başlar. Daha sonra bu milyonlarca hücre biraraya gelerek bir düzen içinde, ne yapmaları gerektiğini biliyorcasına üst üste ve yan yana dizilirler. Çok fazla kalsiyum depolayan hücreler bir süre sonra ölürler. İşte bu ölü hücreler dişlerin gövdesini oluşturacaktır.
Milyonlarca hücre önce kalsiyum depolayıp ardından yan yana gelerek büyük bir blok oluşturur. Bu bloğun şeklini de yine bloğu inşa eden hücreler belirlerler. Bu noktada yine büyük bir yaratılış mucizesi görülmektedir. Örneğin alt damakta bulunan hücreler, kendilerinden uzakta bulunan üst damaktaki hücrelerin nasıl bir şekil inşa ettiklerini çok iyi bilirler. Her iki hücre grubu da ürettiği dev bloğu, kendisine karşı gelecek blokla birbirlerine en uygun şekilde üretirler. Böylece çene kemiği kapandığı zaman üst damakta bulunan bir azı dişi ile alt damakta bulunan bir azı dişi birbirlerine en uygun şekilde otururlar. Bu şekilde herhangi bir uyumsuzluk olması insan için rahatsızlık verici durumlar oluşturur. Ancak damağın içinde bulunan hücrelerin gösterdikleri akılalmaz şuur sayesinde 32 kalsiyum bloğu birbirlerine en uygun şekilde inşa edilir.
Dişlerin dayanıklı yapısı, diziliş sıralaması, sahip oldukları şekiller ve görevlerinin uyumlu olması gibi detaylar dişlerdeki açık tasarımı göstermektedir. Hücrelerin şuurlu hareketlerinin ise tek nedeni vardır. Vücuttaki bütün hücrelere olduğu gibi dişleri oluşturan hücrelere de sahip oldukları özellikleri veren üstün güç sahibi Allah'tır.
VÜCUDUMUZDAKİ KORUYUCU BAKTERİLER
Son yıllarda insan vücudunda faaliyet halinde olan yeni bakteriler keşfedilmiştir. Dilin arka kısmında bulunan bu bakterilerin görevi midedeki zararlı mikropları öldürmektir. Fakat bu mikropların öldürülmesi tahmin ettiğiniz gibi basit değildir. Bakteriler bu işte sadece kimyasal sentez yapan parçacıklar rolündedirler. İşin daha birçok yönü vardır. Adeta bir domino oyunu gibi ilerleyen bu sistemde aradan alınan tek bir taşın eksikliği tüm sistemin durması için yeterlidir. Çünkü her bir parça, domino oyununda olduğu gibi birbirini etkileyerek çalışmaktadır. Bakterilerin faaliyete geçebilmesi için gerekli sistemi şöyle özetleyebiliriz:
Yeşil yapraklı gıdaların içinde bulunan nitrat, dilin arka kısmında oksijen erişmeyen yarıklarda bulunan bakteriler tarafından nitrite dönüştürülür.
Üretilen nitrit tükürükteki asitle karşılaştığında ise tekrar form değiştirerek mikrop öldürücü etkisi olan nitrik oksit oluşur.
Bakteriyi bulan İskoçya Aberdeen Fakültesi'nden Prof. Nigel Benjamin bu bakterileri şöyle tanımlıyor:
Birden zihnimizde bir şimşek çaktı. Nitrit yediğimiz yiyeceklerle karışması için ağızda özellikle yapılıyordu; besinlerle karşılaşıp, bol miktarda nitrik oksit üretecek şekilde asitleşiyor, böylece de gıdalarımızla beraber aldığımız tüm zararlı mikropları öldürebiliyordu! (Bilim Teknik Dergisi, Sayı:340, s.49)
Bilim adamları bu bakterilerin varlığını çok yakın bir zamanda keşfetmişlerdir. Ancak insan ilk yaratıldığından beri nitrit üreterek bizi asitlerden koruyan bakteriler vardır. Allah insanı bildiği ve bilmediği pek çok yönden korumaktadır. Bunlara benzer örnekler Allah'ın sonsuz şefkatinin üzerimizdeki tecellilerindendir. Her insanın yapması gereken bu nimetlere şükretmektir.
Eğer Allah'ın nimetini saymaya kalkışacak olursanız, onu bir genelleme yaparak bile sayamazsınız. Gerçekten Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. (Nahl Suresi, 18)

ÖZEL SİNDİRİM SIVISI
Besinler bir yandan dişler tarafından öğütülürken, bir yandan da kimyasal bir saldırıya uğrarlar. Bu saldırıyı gerçekleştiren ise tükürük sıvısıdır.
Günlük hayatta hiç kimse ağzındaki bu sıvının farkında olmaz; salgılanıp salgılanmadığını, miktarının çokluğunu azlığını kısacası bu konuyla ilgili hiçbir detayı genellikle düşünmez. Basit bir salgı zannedilen tükürük salgısı, aslında çok hassas oranlara sahip çeşitli kimyasal maddeler içeren özel bir karışımdır.
Bu sıvı öncelikle besinlerdeki tadı almamızı sağlar. Besinlerin içindeki tad veren moleküller, tükürük içinde çözülerek dilin üzerinde bulunan tad algılayıcı sinir uçlarıyla birleşirler. Ancak bu şekilde yediğimiz yiyeceklerin tadını alabiliriz. Kuru bir ağızla yenen yiyeceklerin tadlarının alınmaması da bu yüzdendir.
Kuru ağızla yediğiniz yiyeceklerin tadını alamazsınız. Çünkü besinlerin tadını almanızı sağlayan tükürük salgısıdır. Yukarıda tükürük salgılayan bazı bezler ve çiğnemede etkili olan kaslar görülmektedir. Varlığını çoğu zaman fark etmediğimiz tükürük salgısı Allah tarafından bir nimet olarak yaratılmaktadır.
Ağızda birbirinden farklı özelliklere sahip iki farklı tükürük sıvısı salgılanmaktadır. Bunlardan biri karbonhidratları çok ince bir şekilde parçalar ve kısmen şekere dönüştürür. Örneğin ekmek bir karbonhidrattır. Eğer ağzınıza bir parça ekmek alır ve birkaç dakika yutmadan bekletirseniz, parçalanan karbonhidratın şeker tadını dilinizde hissedersiniz. Diğer tükürük sıvısı ise çok yoğun bir kıvama sahiptir. Bu yapışkan sıvı sayesinde yemek yerken ağzın her tarafına yayılmış olan yiyecek parçaları biraraya getirilerek lokma şeklini alır.
Peki tükürük salgısı olmasaydı ne olurdu? Elbette ki ağzımızdaki kuruluktan dolayı ne yediklerimizi yutabilir, ne besinlerin tadını alabilir, ne de doğru dürüst konuşabilirdik. Katı hiçbir besini yiyemez, sadece sıvı olanlarla beslenmek zorunda kalırdık. Bu da insan için oldukça zor bir durum olurdu.
Üç ayrı salgı bezinden salgılanan tükürük, bir yandan yiyecekleri nemlendirerek yutulmasını kolaylaştırırken, diğer yandan da içerdiği kimyasal maddeyle yiyeceklerin içinde vücuda faydalı olan parçaların çözünmesini sağlar.
Ağzımız adeta bir kimya laboratuvarı gibi çalışır ve yediğimiz besinlerdeki nişastayı parçalar. Tükürükte bulunan ve pityalin adı verilen enzim bu iş için özel üretilmiş bir kimyasaldır. Pityalin, nişastayı ayrıştırarak şekere dönüştürür.
Ağızda yapılan sindirim sadece kimyasal değildir. Aynı zamanda dişlerin yaptığı mekanik bir sindirim de söz konusudur. Bu iki sindirim çeşidi de birbirlerini tamamlayacak şekilde çalışırlar.
DİLİN SİNDİRİMDEKİ ROLÜ
Mekanik öğütmede dilin de önemli bir rolü vardır. Çok hassas bir tat ölçme özelliğine sahip olan dil, aynı zamanda yiyeceklerin ağızda yuvarlanarak boğazdan geçişinde kolaylık sağlar.
Dilin üst yüzeyinde ve yanlarında bulunan dört farklı tada; acıya, tatlıya, tuzluya ve ekşiye duyarlı 10.000'e yakın tat noktası vardır.28 İşte bu tat tomurcukları her gün yediğimiz onlarca çeşit besinin tadını birbirlerine hiç karıştırmadan algılamamızı sağlar. Öyle ki dil daha önce hiç tanımadığı bir besinin tadını da kolaylıkla ayrıştırabilir. Bu sayede hiçbir zaman bir karpuzun tadını greyfurt gibi ekşi olarak algılamayız veya bir pastaya tuzlu demeyiz. Üstelik tat tomurcukları milyarlarca insanda aynı besinde aynı tadı algılar. Herkes için tatlı, tuzlu, ekşi gibi kavramlar aynıdır. Bazı bilimadamları dilin bu yeteneğini "olağanüstü kimya teknolojisi" olarak adlandırırlar.


Dilde bulunan tat tomurcuklarında tat alıcı hücreler vardır.Yuvarlak kabarcıklarda birçok tat tomurcuğu bulunur. Flament kabarcıklar ise sadece besinlerin hareketini sağlar.
Peki dilin üzerinde daha az tat noktası olsaydı ne olurdu?
O zaman yediğimiz yiyeceklerin hiçbirinin tadlarını alamazdık. Ne tatlının, ne ızgaranın, ne ekmeğin, ne de başka bir yiyeceğin tadını bilemezdik. Her ne yersek yiyelim, hep aynı yavan tadı alırdık. Yemek yemek zevkli bir nimet olmaktan çıkarak, her gün yapmak zorunda olduğumuz bir eziyet haline gelirdi. Ancak böyle olmaz ve dildeki özel tat tomurcukları sayesinde yediğimiz bütün yiyeceklerin tatlarını ayırt edebiliriz. Bu sayede zevk alarak yemek yeriz.
YEMEK BORUSU
Sindirimin ikinci aşamasında yiyecekler yemek borusundan geçerek asıl sindirimin başlayacağı mideye giderler. Yemek borusunda herhangi bir sindirim işlemi gerçekleşmez. Biz yutkunduktan sonra, boynun arkasındaki düz kasların, besini yemek borusuna itmesiyle birlikte hareketli bir yolculuk başlar. Yiyecekler yemek borusunun ritmik kasılmasıyla aşağı doğru hareket eder. Peristaltis (sağımsal) adı verilen bu ritmik kas kasılmaları o denli kuvvetlidir ki, siz yatarken dahi besinlerin aşağı doğru itilmesini sağlar.29 Besinlerin 25 cm uzunluğundaki yemek borusundan geçişi yalnızca 12 saniye sürer.
İnsan ağzını hem yemek yemek hem de nefes almak için kullanabilir. Çünkü yiyeceklerin itildiği yemek borusunun hemen yanında, havanın ciğerlere çekildiği nefes borusu bulunur. Fakat burada çok önemli bir nokta vardır. Eğer çiğnenmiş besin, yemek borusu değil de soluk borusuna kaçarsa, bu, ölüm demektir. İnsan her gün yüzlerce kez yutkunur. Herhangi bir durumda yanlışlıkla soluk borusuna kaçan bir besin parçası insanın ölümüne neden olacaktır. Ancak solunum borusunun sürekli kapalı durması bir çözüm değildir. En akılcı ve pratik çözüm solunum borusunun açılır kapanır bir engelleyiciye (kapağa) sahip olmasıdır.
Daha önce de belirttiğimiz gibi insan vücudundaki tasarım kusursuzdur ve nefes borusunda da olabilecek en mükemmel ve en güvenli sistem vardır. Nefes borusunun üstünde yer alan ve küçük bir dokudan oluşan bir kapak yutkunurken otomatik olarak nefes borusunu kapatır. İşte bu sayede yemek yerken nefes borusuna su veya yiyecek kaçması engellenmiş olur. Yutkunmadan sonra ise bu kapakçık tekrar yerine gider ve böylece nefes borusundan hava geçmesi sağlanır.
Yemek borusundan geçen besinler mideye doğru yol almaya başlar.Besinlerin sindirim kanalında ilerlemesini sağlayan ise peristalsis adı verilen son derece güçlü olan ritmik kas kasılmalarıdır.
Günlük yaşamda hiç kimse yemek yerken böyle bir tehlikenin kendisini beklediğinden haberdar değildir. Hiç kimse "Ya yediklerim soluk boruma kaçarsa, keşke nefes borumda bir kapakçık olsa da yemek yerken boğazıma yemek kaçmasa" diye düşünmez. Ya da "Acaba kapakçığım çalışıyor mu, beni boğulmaktan koruyabilecek mi?" gibi bir endişesi de pek olmaz. Muhtemelen pek çok insan da bu yazıyı okuyana kadar boğazındaki kapakçığın öneminden haberdar değildir. Ancak bu kapakçık vardır ve her an, -birkaç saniye önce siz yutkunurken bile- hayatınızı korur.
Kapakçıktaki bu açık tasarımın detayları vardır. Örneğin normal bir insanın sahip olduğu kapakçığın yapısı ile bir bebeğin kapakçığının yapısının aynı olması bebek için tehlikeli bir durum oluşturacaktır. Bu nedenle bebeklerdeki kapakçık sistemi yetişkinlerinkinden çok daha farklı bir şekilde çalışır. Bebeklerde bu kapakçık erişkinlerden daha yukarıda bulunur. Bu sayede bebek nefes alıp verirken rahatlıkla anne sütü de emebilir. Bebeklerin anne sütü emerken bir yandan ağlayıp bir yandan boğulmamaları da bu yüzdendir. Eğer bebeklerdeki kapak sistemi de yetişkinlerdekine benzer bir yapıya sahip olsaydı bebekler anne sütünü emerken boğulabilirlerdi.
Nefes borusunun üstünde yer alan ve küçük bir dokudan oluşan bir kapak yutkunurken otomatik olarak nefes borusunu kapatır. Bu sayede yemek yerken nefes borusuna su veya yiyecek kaçması da engellenmiş olur. Yutkunmadan sonra ise bu kapakçık açılır ve böylece nefes borusundan hava geçer.
Ancak ilk insandan bu yana yaşayan ve halen yaşamakta olan tüm insanlarda bu ihtiyaç tam olması gerektiği şekilde karşılanmıştır. Özel bir hastalığı olanlar dışında tüm insanlar bebeklik dönemlerinde tam olması gereken yapıdaki kapakçıklara sahip olmuşlardır. Aynı şekilde bu insanlar yetişkin hale geldiklerinde de kapakçıklarının yapısı yine ihtiyaçlarına göre olmuştur.

MİDEDEKİ DETAYLI TASARIM
Midede her aşaması bir amaca yönelik olan çok detaylı bir tasarım vardır. Yiyecekler, midenin üst ucunda bulunan ve "mide ağzı" ya da "kardia" denen dar bir açıklıktan geçerek mideye girer. Mideyi yemek borusuna bağlayan bu açıklıktaki büzücü kaslar bir kapak gibi çalışarak midedeki yarı sindirilmiş besinlerin yemek borusuna geri dönmesini engeller. Daha sonra midenin kubbe biçimindeki üst bölümüne geçen besinler, burada mide özsuyu ya da mide sıvısıyla karıştıktan sonra midenin en geniş bölümüne doğru ilerler. "Gövde" denen bu geniş bölüm keskin bir büklüm yaparak midenin yatay bölümünü oluşturur.
Üstteki dikey bölümden daha kısa olan bu bölgede mide yeniden daralır ve "mide kapısı" ya da "pilor" denen bir geçitle onikiparmak bağırsağına açılır. Midenin alt ucundaki bu kaslı geçit de bir kapak işlevi görerek yarı sindirilmiş besinlerin mideden çıkıp incebağırsaklara geçişini denetler. Besinlerin mide ağzından mide kapısına doğru ilerlemesini sağlayan, üç katman halinde yerleşmiş olan güçlü mide kaslarının ritmik dalgalanma hareketidir. Kas seyirmesini andıran bu dalgalanma hareketi aynı zamanda besinlerin çalkalanarak, sıkışıp ezilerek küçük parçalar halinde öğütülmesini ve sonunda "kimus" denen yarı sıvı bir karışıma dönüşmesini sağlar. Bu detaylı işlemlerin gerekliliği sindirim işleminin ileriki aşamalarında ortaya çıkacaktır.
MİDEDEKİ TRAŞ BIÇAĞINI SİNDİRECEK GÜÇTEKİ ASİTLER NASIL ETKİSİZ HALE GELİR?
Yemek borusunda ilerleyen yiyecekler bir süre sonra mideye ulaşır. Midedeki sindirim işlemi ağızdan farklıdır. Burada çok kuvvetli asitler devreye girer. Besinler yemek borusundan mideye iner inmez, mide yüzeyindeki hücreler gastrik asit adında bir sıvı salgılamaya başlar. Bu sıvıyla aynı anda pepsin ve hidroklorik asit adında kimyasal öğütücü sıvılar da salgılanır. Bu asitler bir traş bıçağını bile sindirebilecek kadar güçlüdür. Protein benzeri sindirimi zor maddeler için bu asitlerin olması zorunludur. Ancak burada çok önemli bir detay vardır. Midenin kendisi de yapı olarak proteinden oluşmuştur. Peki o zaman nasıl olup da traş bıçağını bile sindirebilen bir asit, midenin kendisine zarar vermemektedir?
Bu da insan vücudundaki benzersiz tasarım örneklerinden biridir. Midenin girintili çıkıntılı duvarlarının derinlikleri sayesinde mide kendi kendini sindirmez. Mide duvarlarındaki derin çukurlarda birbirinden farklı özelliklere sahip hücreler yer alır. Hassas bir denge içinde, midedeki birtakım hücreler asit salgılarken, bu hücrelerin yanıbaşında bulunan başka hücreler de yapışkan bir sıvı salgılar. "Mukus" isimli bu sıvı midenin yüzeyini örter ve mide duvarını asitlere karşı bir kalkan gibi korur ve enzimlerin mideye zarar vermesini engeller. Parçalayıcı enzimler kadar enfeksiyon yapan virüs ve diğer mikroorganizmaların da hücrelerin içine girmelerini engelleyen mukus, aynı zamanda yiyeceklerin kanal içindeki hareketlerini kolaylaştıran bir kayganlaştırıcıdır da.
Bu işlemler nasıl gerçekleşmekte, midedeki bu koruyucu ortam nasıl oluşmaktadır? Midedeki hücreler kendi kendilerine bu maddelerin üretimini yapmaya karar vermiş ve bir şekilde koruyucu maddelerin formülünü bulmuş olabilirler mi? Hücrelerin böyle bir şey yapabilmek için nelere ihtiyacı olacaktır düşünelim:
Öncelikle sindirim için gerekli olan maddenin üretimi için, birtakım hücreler, yiyeceklerin sindirilmesi gerektiğinin şuurunda olmalıdırlar. Aynı hücreler sindirim için asit gibi bir maddeye ihtiyaç olduğunu bilmelidirler. Daha sonra hücrelerin, en uygun asitin formülünü bulup, bu formül doğrultusunda üretim yapmaları gerekir. Koruyucu maddenin üretimi içinse, birtakım hücrelerin, bu asitin midenin kendisine zarar verebileceğini tespit etmeleri, sonra bu hücrelerin asit örneklerini alıp laboratuvarda incelemiş ve asidin etkisini durduracak formülü geliştirmiş olmaları gerekir. Bu arada bu asitin bir damlası dahi halıda koca bir delik açabilecek kadar etkilidir. Bu nedenle herhangi bir formül hatasının, midenin asitler tarafından eritilmesi anlamına geleceği de unutulmamalıdır.

Yanda mide duvarından bir kesit görülüyor. Çok sayıda katmandan oluşan mide duvarlarındaki hücrelerin hepsi farklı işlevlere sahiptir. Böyle detaylı bir yapının tesadüfen ortaya çıkamayacağı çok açıktır. Mideyi yaratan üstün bir ilim sahibi olan Allah'tır.
Mide yüzeyinde villi denilen kıvrımlı yapılar vardır. Bu tasarım besinlerin sindirimini kolaylaştırır.
Elbette ki midedeki birbirini dengeleyen maddelerin oluşumu yukarıdaki paragrafta özetlendiği kadar basit değildir. Maddelerin formüllerinin tutturulması bile başlı başına bir olaydır. Kaldı ki bir hücrenin kimyasal formüller oluşturup, bu formülleri biraraya getirip bir madde oluşturmasının imkanı yoktur. Şuursuz atomlardan oluşan bir hücrenin böyle bir akla ve yeteneğe sahip olduğunu iddia etmek akılcılıktan uzaklaşmak olacaktır.
Bununla birlikte akıl ve mantık sınırlarından uzaklaşmayı kabul e-derek bir insanın midesinde asitin bir şekilde ortaya çıktığını varsaysak bile onu dengeleyecek maddenin zaman içinde ortaya çıkmasının beklenmesi de söz konusu dahi olamaz. Çünkü traş bıçağını eritebilecek kadar güçlü olan asitler, mideyi çok kısa bir süre içinde tahrip edecektir. Asitlerin değil milyonlarca yıl, 2-3 gün hatta daha da kısa bir süre için bile midede beklemesi imkansızdır.
Bunların tümünü gözönünde bulunduracak olursak apaçık bir gerçek karşımıza çıkmaktadır. Asitin ve mideyi asitten koruyacak mukusun beraber var olmaları, Allah'ın üstün yaratışındaki düzenin ve kusursuzluğun sayısız örneğinden sadece biridir. Allah insan bedenini, bir bütün olarak kusursuz bir tasarımla yaratmıştır.
SİNDİRİMLE BİRLİKTE ASİTE DÖNÜŞEN SIVI
Midenin çalışma sistemindeki tek planlama örneği bu değildir. Daha önce de belirttiğimiz gibi insan vücudunda öyle kusursuz bir sistem vardır ki, her türlü ihtimal için gerekli olan tedbirler daha en baştan alınmıştır. Örneğin mide boşken içinde sindirim asitlerinin bulunması -her ne kadar mide mukus tarafından bu asite karşı korunuyor olsa da- mideye bir süre sonra zarar verecektir. Bu nedenle boş olduğu zamanlarda midenin içinde sindirim asitleri bulunmaz. Dolayısıyla midenin zarar görme tehlikesi de ortadan kalkmış olur. Boş midenin içinde "pepsinojen" isimli, sindirme özelliği olmayan bir enzim bulunur. Ancak mideye besinlerin gelişiyle birlikte, mide hücreleri HCL (hidroklorik) asit isimli bir sıvı salgılamaya başlar. Bu sıvı boş midede bulunan pepsinojenin yapısını aniden değiştirir ve "pepsin" isimli, çok güçlü bir parçalayıcı enzime dönüştürür. Bu da midedeki besinleri hemen parçalar.30
Yanda midenin anatomisi görülüyor. a) Mide çukurları ve bezlerinin büyütülmüş görüntüsü. b) Ana hücreler tarafından pepsinojen üretimini gösteren şema. Bu üretim şöyle gerçekleşir: Ana hücreler (1) protein üreten (pepsinojen gibi) enzimleri üretirler. Çeper hücreleri (2) ise ana hücreleri aktif hale getiren HCl asiti üretirler. Böyle birbirine bağlı bir sistemin tesadüfen ortaya çıktığı gibi bir iddia elbette ki akıl ve mantık dışıdır.
Mide boşken tamamen zararsız olan bir sıvının, midenin dolmasıyla birlikte çok güçlü bir parçalayıcıya dönüşmesinin, bilinçsiz tesadüflerle ortaya çıkamayacağını anlamak için biraz düşünmek yeterli olacaktır. Tesadüfen bir maddenin başka bir maddeye üstelik de her seferinde tam doğru formülü tutturarak dönüşmesi kesinlikle mümkün değildir, ki bu işlem bütün insanlarda her yemek öncesinde gerçekleşmektedir. Bu durum tesadüf gibi başıboşluğu temsil eden bir kavramı tamamen konu dışında bırakmaktadır.
Mide hücrelerinin ne zaman hangi maddeyi salgılayacaklarını bilen, hücrelerin yerli yerinde hareket etmelerini sağlayan, asitlerin salgılanma zamanlamasını ayarlayan bir güç olduğu açıktır. İnsan bedenine hakim olan bu güç tüm evreni, evrendeki bütün canlıları, insanları yaratmış olan Allah'tır. Allah'ın yaratmada hiçbir ortağı yoktur.
MİDENİZDEKİ ÖZEL SÜSPANSİYON SİSTEMİ
Yemek yedikten sonra siz sadece bir tokluk hissi, belki de biraz ağırlık hissedersiniz. Bunların dışında midenizde neler olup bittiğinden haberdar bile olmayabilirsiniz. Oysa yemekten kısa bir süre sonra midenizde büyük bir hareketlilik yaşanır. Mideniz sürekli sağa, sola, yukarı, aşağı çalkalanır ve besinlerin daha iyi sindirilmesine çalışır. Ancak siz midenizdeki özel süspansiyon sistemi sayesinde bu hareketlerin hiç farkına varmazsınız.
Mide kasları 3 farklı yöne doğru dizilmişlerdir. Bu şekilde mide aşağı yukarı, sağa sola ve çarpraz şekilde hareketleri kolaylıkla yapar. Bu da besinlerin mide sıvılarıyla daha iyi temas etmesini sağlar. Ancak bu tarz hareketler her zaman bir tehlikeyi de beraberlerinde getirecektir; sürtünme�
Mide kasları 3 farklı yöne doğru dizilmişlerdir. Bu yapı sayesinde mide aşağı yukarı, sağa sola ve çarpraz şekilde hareketleri kolaylıkla yapar. Allah'ın yarattığı bu özel tasarım midede besinlerin daha kolay öğütülmesini sağlar.
Mide, bağırsakların hemen yanıbaşında bulunan bir organdır. Sürekli hareket etmesi, bağırsaklara sürtünmesi anlamına gelir ki bu, insan sağlığında ciddi problemlere yol açabilecek bir durumdur.
Elbette ki midede bu tehlikeye karşı da bir önlem alınmıştır. Midenin en dış dokusu, "periton" isimli bir zarla kaplıdır. Bu zarın salgıladığı kaygan sıvı, mide ve bağırsaklara "dıştan yağlama" olarak nitelendirilecek bir işlem yaparak bu organların kayganlaşmasını ve dolayısıyla çalışırken birbirlerine sürtünerek zarar görmelerini önler.31
KAN YAPIMI VE MİDE
Mide mukozasının bir özelliği de kan yapımına katkıda bulunmasıdır. Mide mukozası kan üretmez. Ancak kan üretimi yapan kemik iliğine çok önemli bir yardımda bulunur. Vücut için büyük öneme sahip B-12 vitamininin kemik iliğine ulaşmasını sağlar. B-12 vitamininin kemik iliğine ulaşıncaya kadar gerçekleştirdiği yolculuk ve mide mukozasının bu yolculuktaki rolü incelendiğinde, karşımıza mikroskobik düzeyde gerçekleşen büyük bir mucize çıkar.
B-12 vitamini insan vücuduna girdikten sonra sindirim sistemi boyunca bir yolculuk yapar. Ardından incebağırsaktan kan dolaşımına geçiş yaparak kana karışır ve kemik iliği hücrelerine ulaşır.
B-12 vitamininin özümsenmesi incebağırsakta gerçekleşir. Ancak incebağırsakta bulunan herhangi bir sindirim hücresi B-12 vitaminini yakalamaz. İncebağırsağın küçük bir bölgesinde, yalnızca B-12 vitaminini yakalamakla görevlendirilmiş özel bir hücre grubu bulunmaktadır.32 Bu hücre grubu bütün yaşamlarını -mucizevi bir şekilde- yalnızca B-12 vitaminini yakalamaya adamışlardır. Bu hücreler trilyonlarca molekül içinden B-12 vitaminini ayırt eder ve yakalarlar.
İşte bu noktada meydana gelen mucizeyi görebilmek için düşünmek gerekmektedir. B-12 vitaminini yakalayan hücreler, bu vitaminin insan vücudu için taşıdığı önemi bilmektedirler. İncebağırsağın belirli bir bölgesine bu görev için özel olarak yerleştirilmişlerdir. Ömürlerini B-12 vitaminini yakalamak için adamış olsalar da bu vitamin kendi işlerine yaramamaktadır. Yakaladıkları vitamini kan dolaşımına bırakarak bilmedikleri bir yere gönderirler.
Bu hücrelerin B-12 vitaminini yakalarken gösterdikleri akıl, elbette bir tesadüf sonucunda ortaya çıkamaz. Açıkça anlaşıldığı gibi bu sistem özel olarak yaratılmıştır. Sistemi biraz daha detaylı bir şekilde incelediğimiz zaman çok daha şaşırtıcı mucizeler karşımıza çıkar.
İncebağırsakta bulunan hücreler, yalın haldeki B-12 vitaminini tanıyamazlar. B-12 vitamininin bu hücreler tarafından tanınabilmesi ve yakalanabilmesi için özel bir molekülle işaretlenmesi gereklidir. Bu ihtiyaç da elbette düşünülmüş ve B-12 vitamininin bağırsağa ulaşmadan işaretlenmesini sağlayacak sistem de kurulmuştur.
B-12 vitamini henüz midede bulunduğu sırada, mide hücreleri B-12 vitamini için özel bir molekül üretirler. Bu molekül B-12 vitamininin yolculuğunun ilerki aşamalarında ihtiyaç duyacağı bir "kimlik belgesi"dir. Bu kimlik belgesi B-12 vitaminine sıkıca yapışır ve B-12 incebağırsağa doğru yolculuğuna devam eder.
Biraz önce de belirttiğimiz gibi incebağırsakta yalnızca B-12 vitaminini bulmakla görevli sınır memurları (özelleşmiş hücre grubu), B-12 hücresinin kan dolaşımına geçmesini sağlayacaklardır. Ama bu memurlar yalın halde bulunan B-12 vitaminini tanıyamamaktadır. İşte bu aşamada B-12 vitamininin imdadına elindeki kimlik belgesi yetişir. Sınır memurları bu kimlik sayesinde trilyonlarca molekül arasından B-12 vitaminini tanır ve bulurlar. Ardından yine bu kimlik molekülünün yardımı sayesinde B-12 vitamininin kan dolaşımına geçmesini sağlarlar. Böylece B-12 kan yoluyla kemik iliğine ulaşmayı başarır.
Görüldüğü gibi, mide hücreleri B-12 vitamininin vücut için önemini bilmektedirler. Ayrıca bağırsak hücrelerinin B-12 vitaminini tanımak için nasıl bir işarete ihtiyaçları olduğunu da bilmekte ve bu işaret molekülünü özel olarak üretmektedirler. Gözleri, elleri veya bir beyni olmayan bağırsak hücreleri de bu işareti tanımakta ve B-12 vitaminini yakalamaktadırlar.
Unutulmaması gereken bir başka önemli nokta da, bütün bu olaylar sonucunda özümsenen B-12 vitaminin, ne mide hücresinin ne de bağırsak hücresinin işine yaramadığıdır. B-12 vitamini çok uzakta, kemik iliğinde kullanılmaktadır. Bu vitamin sayesinde insan vücudunda kan üretilebilmekte ve insanın yaşamını sürdürmesi sağlanmaktadır.
Yalnızca bir vitaminin yapmış olduğu yolculuk ve bu yolculuktaki detaylar bile insan bedeninde kurulu sistemin kusursuzluğunun anlaşılması açısından yeterlidir.
Kuşkusuz bu işlemler sırasında sergilenen keskin şuur ve kusursuz işleyiş söz konusu hücrelerin iradesi ile gerçekleşemez. Sonuçta hücre dediğimiz varlıklar şuursuz atomların birleşmesiyle meydana gelen yapılardır. Hücre içinde şuur, irade veya bir güç aramak son derece anlamsız olacaktır. Burada görülen açık gerçek, mide hücrelerinin de, kan yapımını sağlayan mekanizmaların da aynı yaratıcı yani Allah tarafından var edildikleri ve O'nun ilhamı ile görevlerini yerine getirdikleridir.
Allah... O'ndan başka İlah yoktur. Diridir, kaimdir. O'nu uyuklama ve uyku tutmaz. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. İzni olmaksızın O'nun Katında şefaatte bulunacak kimdir? O, önlerindekini ve arkalarındakini bilir. (Onlar ise) Dilediği kadarının dışında, O'nun ilminden hiçbirşeyi kavrayıp-kuşatamazlar. O'nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp-kuşatmıştır. Onların korunması O'na güç gelmez. O, pek yücedir, pek büyüktür. (Bakara Suresi, 255)
PARÇALANMA DEVAM EDİYOR
Midede sulu bir pelte kıvamına getirilmiş besinler, sadece tek tarafa açılan bir kapaktan geçerek onikiparmak bağırsağına, burdan da incebağırsağa iletilirler. İnce bağırsak 3 cm çapında ve 7 metreden fazla uzunluğa sahip bir organdır. 7 metre uzunluğunda bir hortum, bükülerek, katlanarak paketlenmiş ve her insanın karnının içine yerleştirilmiştir. Ancak mucize, bu mükemmel paketleme olayı ile sınırlı değildir. 7 metrelik hortumun içinde çok hayati olaylar gerçekleşmektedir.
Besinlerin önemli bir bölümü midede parçalanmış olsa da, bir kısım besin hala en küçük birimlerine ayrıştırılamamış bir şekilde midede durmaktadır. Mideyi terk eden ve hala sindirilmemiş olan bu besinler de bir süre sonra incebağırsağa ulaşırlar. Örneğin yağlar büyük moleküllü oldukları ve suda erimedikleri için sindirimleri zordur. Bu nedenle yağların sindirimi ağız ve midede olmaz, incebağırsakta gerçekleşir.
Peristaltik dalgalanmalar (ritmik kas kasılmaları) midenin iç kısmındaki besinlerin karıştırılmasına ve mide ağzına doğru yönlendirilmesine yardımcı olur. 1) Peristaltik dalgalar mide ağzına (pilora) doğru hareket eder. 2) En güçlü peristalsis ve karıştırma işlemi mide ağzına yakın bir yerde gerçekleşir 3) Midenin pilor bitişi bir pompa gibi hareket eder. Besinlerin bir kısmının onikiparmak bağırsağına girmesine izin verir, kalan kısmını da kendi bünyesinde tutarak parça parça gönderir.
İşte bu aşamada vücudun iki organı -pankreas ve karaciğer- devreye girerler. Bu iki organ incebağırsağın içine bir kanal yardımıyla iki özel sıvı gönderirler.
Karaciğer midenin yağları parçalayamadığının farkındadır. Aynı zamanda yağları parçalayacak özel sıvının kimyasal formülüne de sahiptir. Yağlı besinlerin incebağırsağa ulaştıkları anı da bilen karaciğer, en doğru zamanda, en doğru yere, hazırladığı ve biriktirdiği özel sıvıyı boşaltır.
Safra sıvısı isimli bu salgı yalnızca yağları parçalamakla kalmaz. Parçalanan yağların incebağırsaktan emilmesine de yardım eder. Ayrıca bağırsakların vitaminleri emebilmelerini sağlayan özel kimyasal bileşimleri de içinde barındırır. Hatta aynı zamanda bağırsağın içindeki zararlı bakterileri öldüren bir antiseptiktir.
Safranın görevi, mideden incebağırsağa gelen besin bulamacındaki yağları bir ön işlemden geçirmektir. Bu ön işlem pankreas salgısının etkisini artıracaktır. İçinde çeşitli enzimler bulunan pankreas özsuyu yağların yanısıra nişasta ve proteinlerin sindirilmesine de yardımcı olur. İnce bağırsağın iç yüzeyini döşeyen mukozada da çok sayıda küçük salgıbezi vardır. Bu bezlerin salgıladığı bağırsak özsuyundaki çeşitli enzimler, o ana kadar yeterince parçalanmış olan besinlerin sindirilmesinde önemli rol oynar. Yemekten 3-5 saat sonra incebağırsaktaki besinlerin çoğu öğütülmüş olur. Böylece, karbonhidratlar basit şekerlere, proteinler aminoasitlere, yağlar da gliserol ile yağ asitlerine ayrışarak emilmeye hazır duruma gelir. İncebağırsakta bulunan emici hücreler emilmeye hazır besin moleküllerini yakalar ve emerler. Ardından bu besinleri kan dolaşımına verirler.
Yiyecekler incebağırsaktan ayrılmak üzereyken içlerinde su hariç hiçbir gıda kalmamıştır. Tüm gıdalar emilmiştir.
ELEKTRİK AKIMI ÜRETEN HÜCRELER
Vücutta besinlerin sindirim kanalı boyunca ilerlemesini sağlayan farklı mekanizmalar vardır. Bunlardan bir tanesi de bağırsaklardaki istem dışı düz kasların kasılmasıdır. Bu kasların ritmik kasılmaları sayesinde besinler tek yönlü bir hareketle ileriye doğru giderler. Ancak burada merak konusu olan besinlerin neden hep ileriye doğru hareket ettikleridir. Bu konuda çalışmalar yapan Kanada'daki McMaster Üniversitesi araştırmacılarından Jan Huizinga başkanlığındaki bir ekip, bu tek yönlü hareketi sağlayan hücreleri araştırdılar. Çalışmalarında sindirim kanalı boyunca yerleştirdikleri mikro elektrodları kullandılar. Bu mikro elektrodlar, "Interstisyel Cajal hücreleri" denilen hücrelerin sürekli ve düzenli bir elektrik akımı oluşturduğunu saptadı. İşte bağırsak çeperindeki halka biçimli kasların peşpeşe kasılmasını sağlayan, bu Cajal hücrelerinin oluşturduğu elektrik akımıdır. Ancak bu mekanizmanın kusursuz işlemesi için sadece elektrik akımının oluşturulması da yeterli değildir. Aynı zamanda akımın hatasız bir ritimle oluşturulması da gerekir. Cajal hücreleri bu nedenle bağırsaklarda bir ağ oluşturmuşlardır. Bu ağ onların aynı ritmle elektrik akımını boşaltmalarını sağlar. (Science et Vie, Eylül 1998)
İşte bu kusursuz mekanizma sayesinde yediklerimiz midemizde kalır ve vücudumuz için faydalı hale dönüştürülür. Eğer Cajal hücrelerinin oluşturduğu ritmik elektriksel akımlar olmasaydı, bağırsaklardaki kaslar uyumlu bir şekilde kasılmazdı. Bu da yediğimiz besinlerin ileriye doğru hareket etmek yerine tekrar ağzımıza geri gelmelerine neden olabilirdi. Ancak biz hastalık durumu hariç böyle sıkıntı verici bir durumu hiçbir zaman yaşamayız. Hatta böyle bir ihtimal olabileceği aklımıza dahi gelmez. Bu örnekte de görüldüğü gibi Allah'ın vücudumuzda yarattığı sistem her yönden kusursuzdur. Bu nimet sayesinde rahatlıkla yaşantımızı sürdürebiliriz.
SİNDİRİMDE SON ADIM:BAĞIRSAKLAR
BAĞIRSAKLARI BEKLEYEN TEHLİKE 'ASİT'

Daha önce de incelediğimiz gibi midedeki sindirim, asitler tarafından gerçekleştirilir. Yani mideden bağırsaklara gelen besin bulamacının içinde oldukça güçlü asitler bulunur. Bu durum onikiparmak bağırsağı için ciddi bir tehlike oluşturur. Bağırsakların bu asit yüzünden tahrip olmaları gibi bir tehlike söz konusudur, çünkü onikiparmak bağırsağının mide gibi kendisini koruyabilecek özel bir tabakası yoktur.
O halde nasıl olup da onikiparmak bağırsağı asitlerden zarar görmemektedir?
Bu sorunun cevabını bulmak için sindirim sırasında gerçekleşen olaylar incelendiğinde, bedenimizde gerçekleşen hayret verici olaylarla karşılaşırız.


Onikiparmak bağırsağının mide gibi kendisini asitlerden koruyucak bir katmanı yoktur. Ancak Allah'ın yarattığı özel sistem ile pankreas bu bağırsağın emrine verilmiştir. Pankreasın ürettiği bikarbonat molekülleri mide asitlerini etkisiz hale getirir ve bu bağırsağı korur.


Yukarıda onikiparmak bağırsağının duvarından bir kesit görülüyor. İşte bu kesitteki tabakaları oluşturan hücrelerin tümü şuurlu birer varlık gibi hareket ederek besinlerin sindirilmesinde rol alırlar.
Onikiparmak bağırsağına mideden besinlerle birlikte gelen asitlerin oranı tehlikeli bir boyuta ulaştığında, bağırsağın duvarındaki hücrelerden "sekretin" isimli bir hormon salgılanmaya başlanır. Bu işlemler ile ilgili olarak üzerinde durulması gereken noktalar vardır. Öncelikle onikiparmak bağırsağını koruyan sekretin hormonu incebağırsağın çeperindeki hücrelerde "prosekretin" halinde bulunur. Bu hormon sindirilmiş besinlerin asidik etkisiyle başka bir kimyasal madde olan sekretin haline dönüşür ve bu hormon, pankreası uyararak salgıların zararlı etkisini ortadan kaldırır.33
Sekretin hormonu kana karışarak pankreasa gelir ve enzim salgılaması için pankreası yardıma çağırır. Onikiparmak bağırsağının tehlikede olduğunu haber alan pankreas, bikarbonat moleküllerini bu bölgeye gönderir. Bu moleküller mide asidini etkisiz hale getirecek ve onikiparmak bağırsağını koruyacaktır.
İnsan hayatı için son derece önemli olan bu işlemler nasıl gerçekleşmektedir? Bağırsak hücrelerinin, ihtiyaçları olan maddenin pankreasta bulunduğunu bilmeleri, ayrıca mideden salgılanan asidin formülünü bozarak, etkisini nasıl ortadan kaldıracaklarından haberdar olmaları, pankreası harekete geçirecek maddenin formülünü bilmeleri, aynı şekilde pankreasın da bağırsaktan gelen mesajı anlayarak enzimi salgılamaya başlayacak anlayışa sahip olması, üzerinde düşünülmesi gereken işlemlerdir.
Burada bağırsak hücreleri için kullanılan "bilmek, haberdar olmak" gibi fiiller insan bedeninde gerçekleşen olayların mucizevi yönünü daha iyi vurgulamak açısından önemlidir. Yoksa akıl sahibi her insanın da takdir edeceği gibi bir hücrenin düşünmesi, iradeye sahip olması ve kararlar vermesi, başka bir organın özelliklerinden haberdar olması, formüller üretebilmesi kesinlikle mümkün değildir.
İnsan bedeninin kapkaranlık derinliklerinde, gözü, kulağı olmayan, bir beyni ve şuuru bulunmayan hücrelerin böylesine kusursuz sistemler içinde çalışmaları Allah'ın üstün yaratışının sonuçlarıdır. Hücreleri sahip oldukları özelliklerle birlikte yaratan benzeri olmayan bir ilmin sahibi olan Allah'tır. Allah insanlara kendi bedenlerinde yarattığı bu gibi özelliklerle gücünün sınırsızlığını göstermektedir.
SİNDİRİM İŞLEMİNDEKİ SON AŞAMA
Yediğimiz bütün besinlerin sindirimi incebağırsakta tamamlanır. Ancak sindirimdeki son aşama, sindirim ürünlerinin vücutta gerekli yerlere dağıtımının sağlanması için emilmesidir. Sindirim sisteminin parçalarından ağız ve midedeki emilim çok azdır. Emilim tam olarak bağırsaklarda gerçekleşir. İnce bağırsağın yapısı emilim için çok uygundur.
İncebağırsağın iç yüzü son derece girintili ve çıkıntılı bir yapıya sahiptir. Bu girinti ve çıkıntıların üzerinde de mikroskobik pompalar bulunur. Bu pompalar emici hücrelerdir. İşte bu hücreler vücudun ihtiyacı olan besinleri yakalar ve bağlı oldukları kan damarlarına pompalarlar.
Vücudunuzun neye ihtiyacı varsa bu küçük pompalar bunu bilir. Beyin hücrelerinizde kullanılacak parçalanmış şeker, veya kas hücrelerinizde kullanılacak bir amino asit� Bu küçük pompalar, bir akıl gösterisiyle ihtiyacınız olan besini bulur ve yakalar. Siz bu yazıyı okurken de milyarlarca pompa, sizin yazıyı okuyabilmeniz için ihtiyacınız olan besinleri, gerekli yerlere pompalamaktadır.
Bağırsakların içinde bulunan kıvrımlar ve bu kıvrımların üzerinde bulunan mikro pompalar sayesinde, incebağırsak oldukça büyük bir yüzey alana sahiptir. Öyle ki, yetişkin bir insanın bağırsağının sahip olduğu toplam alan yaklaşık 300 m.2'ye ulaşır. Bu, yaklaşık iki küçük tenis kortunun toplam alanına denk gelen bir büyüklüktür.34
Besinlerin sindirimi bu geniş alanda gerçekleşir. Besinler parçalanarak önce bir bulamaç haline getirilir. Sonra bu bulamaç bağırsak iç yüzeyinin üzerine, hiçbir nokta eksik kalmayacak şekilde ve çok çok ince bir tabaka olarak serilir. İşte bu sayede hücreler yiyeceklerin içindeki bütün besini kolayca emebilirler.

HORMON SALGILANDIĞI ORGAN SALGININ ÇIKARILMASINI UYARICI FAKTÖR TEPKİME ORGANI TEPKİME ORGANININ CEVABI
Gastrin Mide mukozası Midedeki besinlerin varlığı Mide mukozası Gastrik sıvı (mide özsuyu) Sektrin Onikiparmak bağırsak mukozası Onikiparmak bağırsağında asidik besinlerin bulunuşu Pankreas Enzim salgılanmasını başlatır Enterogastrin İnce bağırsak mukozası Yağ asitleri Mide Mide hareketinin yavaşlaması Kolesistokinin İnce bağırsak mukozası Asidik besinler Safra kesesi Safra çıkarılmasını sağlar Pankreozimin Onikiparmak mukozası Asidik besinler Pankreas Pankreasın çalışmasını sağlar İncebağırsağın çok özel bir fonksiyonu da bazı maddeleri vücudun ihtiyacı olduğu kadar emebilmesidir. Örneğin demirin fazlası vücuda zararlıdır. Belli bir oranın üzerinde bağırsaklara ulaşan demir, hiç emilmeden bağırsaklardan atılır. Bunun aksi bir durumda çok ağır ve yaşamayı imkansız kılan hastalıklar meydana gelir.
Bundan başka daha önceki bölümlerde değinildiği gibi incebağırsağın çok özel bir bölümünde ise sadece B-12 vitaminini emmek üzere hazırlanmış hücrelerden oluşan bölgeler bulunur. Ameliyatla bağırsaklarının bu bölgesi alınan kişilerin tıbbi tedavi olmadığı takdirde kansızlıktan ölmeleri kaçınılmazdır.
Bağırsaklardaki hücrelerin seçiciliği, üzerinde düşünülmesi gereken, Allah'ın büyüklüğünün kavranmasında vesile olacak bir konudur. Bağırsakların bulunduğu yer insan vücudundaki karanlık bir bölgedir. Bu organlarımızın beyinleri yoktur, maddeleri ayırt etmelerini sağlayacak zekaları ve bilgileri yoktur. Ancak buna rağmen insan için neyin faydalı, neyin zararlı olduğunu ayırt edebilmekte ve buna göre gerekli olanları almakta, gereksiz olanları ise vücuttan atmaktadırlar.
Bir insan için önüne konulan kimyasal maddelerin, madensel tuzların ya da toz metallerin ayrımını yapmak neredeyse imkansızdır. Bu konuda eğitim almamış bir kişi sadece bakarak demiri çinkodan ayırt edemez. Hangi maddenin faydalı hangisinin zararlı olduğunu, o an bedeninde hangisine ne kadar ihtiyaç olduğunu tespit etmesi de mümkün değildir. İnsan bu maddeler arasındaki farkı anlayamaz ama o insanın bağırsak hücreleri bunu rahatlıkla anlar.
Görüldüğü gibi hangi maddenin ne olduğunu ayırt edebilmek için akla ve bilince sahip olmak yeterli değildir. Konu hakkında detaylı bilgi sahibi olmak gereklidir. Peki öyleyse bağırsak hücreleri böyle bir bilgiye nasıl sahip olmuşlardır? İnsan vücudundaki trilyonlarca hücrede neyin eksik, neyin fazla olduğunu bu hücreler nasıl tespit etmekte ve aksayan yönü nasıl gidereceklerini nereden bilmektedirler?
Atomların biraraya gelmesiyle oluşan hücrelerin bir iradeye sahip oldukları düşünülemez. Bu bilginin hücrelere yerleştirilmiş olduğu çok açıktır. Böyle muazzam bir işlemin tesadüflerle ya da başka bir etkiyle gerçekleşmesinin de mümkün olmadığı ortadadır. Bu durum, hücrelere, sahip oldukları şuuru veren üstün bir gücün varlığını gösterir ki, bu gücün sahibi herşeyi yaratan ve bir düzen içinde biçim veren Allah'tır.
Gökleri ve yeri bir örnek edinmeksizin yaratandır. O'nun nasıl bir çocuğu olabilir? O'nun bir eşi (zevcesi) yoktur. O, herşeyi yaratmıştır. O, herşeyi bilendir. İşte Rabbiniz olan Allah budur. O'ndan başka İlah yoktur. Herşeyin Yaratıcısıdır, öyleyse O'na kulluk edin. O, herşeyin üstünde bir vekildir. (En'am Suresi, 101-102)
SİZİN İÇİN ÇALIŞAN BAKTERİLER
Bağırsaklardaki besinlerin çoğu kalınbağırsaklara gelene kadar emilmişlerdir. Ancak bazı özel besinlerin emilimi kalınbağırsakta gerçekleşir. Bunların arasında en ilginçlerden biri de K vitaminidir.
K vitamini kanın pıhtılaşması mekanizmasında görev yapan, eksikliğinde, insanı ölüme götürecek sonuçlar ortaya çıkabilen son derece önemli bir vitamindir. Ancak K vitamini doğada insan bedeninin ihtiyaç duyduğu şekilde bulunmaz. İnsan vücudunun bu vitamini kendi kullanabileceği hale getirmesi, yani bir anlamda "rafine etmesi" gereklidir.
Ancak insan metabolizması böyle bir rafine işlemini de gerçekleştiremez. Peki nasıl olur da insanlar K vitamini eksikliğinden dolayı yaşamlarını yitirmezler? Bu vitamini insanın kullanacağı hale getiren, onun için rafine eden mekanizma nedir?
Bu sorunun cevabı akıllara durgunluk veren bir gerçeği ortaya koyar. Bağırsaklarda bulunan özel bakteriler, K vitaminini bir dizi işlemden geçirir, rafine eder ve insanın kullanabileceği hale getirirler. Bu bakteriler tarafından rafine edilen K vitamini kalınbağırsaktan emilerek kana karışır.35
İnsan vücudunda K vitamini rafine eden bakterilerin bulunması mutlaka üzerinde düşünülmesi gereken önemli bir detaydır. Bakterilerin tam olmaları gereken yerde bulunmaları, rafine işlemini yapacak genetik şifreye sahip olmaları son derece önemli olaylardır. İnsanın hayatını devam ettirebilmek için varlığından bile haberdar olmadığı, hatta adını bile bilmediği küçücük bir bakteriye muhtaç olması ise bu olayın farklı bir yönüdür. Hiçbir tesadüf bir bakteriyi meydana getirip, üstelik bunu insanın bağırsaklarına yerleştirip, bu bakterinin genetik şifresini insana faydalı olacak işlemleri yapacak hale getiremez.
Bunlar çok şaşırtıcı ve son derece önemli bilgilerdir. Şüphesiz bütün bu bilgiler, herşeyi planlayıp düzenleyen Allah'ın sonsuz kudretini gösteren örneklerdendir. Allah herşeyi en ince detaylarına kadar planlamıştır. Yeryüzündeki tüm canlılar gibi insanlar da Allah'a muhtaçtırlar; O'nun dilemesiyle var olmuşlardır ve O'nun dilemesiyle yaşamlarını sürdürebilirler. Allah ise hiçbir şeye ihtiyaç duymayandır. Bir ayette şöyle buyurulmaktadır:
De ki: "Sizin şirk koştuklarınızdan hakka ulaştırabilecek var mı?" De ki: "Hakka ulaştıracak Allah'tır. Öyleyse, hakka ulaştıran mı uyulmaya daha hak sahibidir, yoksa doğru yola ulaştırılmadıkça kendisi hidayete ulaşmayan mı? Ne oluyor size? Nasıl hükmediyorsunuz?" (Yunus Suresi, 35)

http://www.harunyahya.org/bilim/hy_i...si/insan5.html

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

 
Sayac Ekle