18 Ocak 2009 Pazar

Louis Pasteur

Louis Pasteur (Lui Pastör) (d. 27 Aralık 1822 Dole, Fransa - ö. 28 Eylül 1895 Saint-Cloud, Fransa) Fransız mikrobiyolog ve kimyager.
Fermantasyon üzerine çalıştığı sırada, mikropların kendiliğinden üremesinin söz konusu olmadığını göstermiştir. Baz içeceklerin uzun süre saklanmasını sağlamak üzere geliştirdiği yöntem "pastörizasyon" olarak bilinir. Şarbon ve üne kavuştuğu kuduz hastalığı aşısını bulmuştur.
Hayatı :
1846'da Ecole Normale Superieur'ün fen bölümünü bitirdi. [1848]]'de Strasbourg Fen Fakültesi'nde yardımcı profesörlüğe yükseltildi. 1854'te , Ecole Normale'de kurulmasını istediği araştırma laboratuarının yöneticiliğine getirildi. Bu laboratuarda, 1871'de şarbon, tavuk dışkısısı ve kuduz gibi virütik hastalıklar, bağışıklık mekanizması ve aşı hazırlama teknikleri üzerinde çalışmaya başlayan Pasteur, kuduz köpekler üzerindeki incelemelerini daha güvenli bir ortamda yapabilmek için 1885'te eski bir imparatorluk şatosunu amaca uygun olarak düzenleyerek, Pasteur Enstitüsü'nün çekirdeğini oluşturdu.
Pasteur, Strasberg'li Marie Laurent ile evlendi.Birbirlerini severek evlendiler. Marie'nin eşini, araştırmalarını her şeyin üstünde tutması için özendirmesi sayesinde Pasteur, laboratuar çalışmaları üzerinde yoğunlaşabiliyor ve işine gereken zamanı ve önemi verebiliyordu.
Kişilik :
Pasteur, kimyager ve daha sonra bakteriyolog olarak görev yaptığı süre boyunca, tıbbın ilerlemesine büyük katkılarda bulundu. Tıp doktoru olmadığı için, 1800'lü yılların doktorları teorilerine karşı çıktılar. Pasteur, buna rağmen çalışmalarını sürdürdü. Pasteur'ün bakterilerin ya da mikropların gerçekten var olduklarına ve bunların hastalıklara yol açabileceğine olan inancı tamdı. Kendi bildiği yöntemle yaptığı işe ve kendine inancını sürdürerek araştırmalarına devam etti.
Pasteur kendine inanan, başkalarının söyledikleriyle değil, kendi doğrularıyla yaşayan ve sezgilerine güvenen bir bilim insanıydı. 1895 yılında hayata gözlerini yumduğu güne kadar son derece alçak gönüllü, gösterişsiz ve sade bir yaşam sürdürdü. Yaşlılık yıllarında insanların ona gösterdikleri büyük saygı karşısında şaşkınlığa düşer ve bunu pek komik bulurdu.
Londra'da uluslararası bir tıp kongresinde kongre salonuna girdikten kısa bir süre sonra Pasteur kürsüye davet edildi. Pasteur'ün yüzünde hayal kırıklığına uğramış gibi bir ifade belirdi. Pasteur, "İngiltere veliaht (kral adayı) Prens'i buraya geliyor olsa gerek" dedi. "Keşke dışarda dursaydık. Gelişini de izleyebilirdik böylece." Bu içten sözler herkesi çok duygulandırmıştı. Kongre başkanı Pasteur'e "Hayır Bay Pasteur" dedi. "Gelen sizsiniz. Herkesin takdir ettiği ayakta alkışladığı insan sizsiniz."demiştir. Hayatının Son nefesinde Müslüman olmuştur...
Pastörizasyon yöntemi :
Pasteur'ün, özellikle mayalanma olayında ve bulaşıcı hastalıklarda mikroorganizmaların sorumlu olduğunu kanıtlaması, kendiliğinden türeme teorisini çürütmesi, şarap, bira, süt, meyve suyu gibi mayalanabilir sıvıların uzun süre bozulmadan saklanabilmelerini sağlayan "pastörizasyon" adlı konserve yönteminin gelişmesini sağladı.
Bu yöntemde, sütü 63°C'de otuz dakika süreyle ısıtmak ve sonra hızlı bir biçimde soğuttuktan sonra sütü kapalı ve sterilize edilmiş şişelere koymak gerekiyordu. Buna benzer bir yöntem (UHT) sütü mikroplardan arındırmak için günümüzde de kullanılmaktadır.
İlk kuduz aşısı :
Joseph Meister adlı bir çocuk kuduz bir ayı tarafından on dört yerinden ısırıldığında, anne ve babası çocuğu Louis Pasteur'e getirdiler. Bu bilim insanı daha önce insan üzerinde hiç denenmemiş olan kuduz aşısını çocuğa uygulamakta tereddüt etti. Pasteur bunu ancak, kendisine gelen iki doktorun, çocuğun kuduz hastalığından her durumda öleceğini ve başarılı olursa yöntemin kuduz hastalığına bir çare olabileceğini söylemesinden sonra denemeye karar verdi. Aşının başarılı olması bu öldürücü hastalığın önlenmesi ve aşıların geliştirilmesi için büyük bir adım oldu.Temmuz ayı 1885 yılında Louis Pasteur tarafından bu kuduz aşısının keşfedilip uygulanması insanlığın tarihinde ikinci aşı olarak görülmektedir.1887 Yılı Ocak ayında Mekteb-i Tıbbiye-i Askeriye-i Şâhâne’de ilk kuduz aşısı üretildi ve aynı yıl içinde Kuduz Tedavi Müessesesi kuruldu.

Alexander Graham Bell

Alexander Graham BellAlexander Graham Bell, (d. 3 Mart 1847, Edinburgh İskoçya - ö. 2 Ağustos 1922, Baddeck Kanada), 1876'da telefonun icadı ile tanınan Alexander Graham Bell önce Ontario'ya, daha sonra Boston'a yerleşti.
Aslında Graham Bell, sağırların sessizliğini ortadan kaldırmaya çalışıyordu. Bunu başaramadı ama her gün yeni bir özelliğe kavuşan telefonla birbirinden kilometrelerce uzaktaki insanların birbirlerini duymalarını sağladı.
Telefonu ilk icat eden Graham Bell'in annesi doğuştan işitme engelliydi. Dedesi ve babası yıllarını işitme engellilere adadı. Özellikle babası işitme engellilere duymasalar bile konuşmayı öğretmenin yollarını geliştirmeye çalıştı. İki kardeşi veremden ölünce, babası kalan tek oğlunun sağlığı için Kanada'ya göçtü. Babasının ölümünden sonra onun çalışmalarını tanıtmak ve yaymak için çabalayan Graham Bell ABD'ye gitti. Burada bir süre işitme engellilere dil öğretmeni yetiştiren okulda çalıştı. Daha sonra kendi okulunu kurdu.
Ünü kısa sürede yayılan Bell, Oxford Üniversitesi’ne konuk öğretmen olarak çağrıldı. İngiltere'de eline geçen Alman Hermann von Helmholz adlı bilginin işitme fizyolojisine ilişkin kitabını okudu. Müzik sesinin bir tel aracılığı ile aktarılabilineceği düşüncesi üzerinde yoğunlaştı. Bu sırada başka bilim adamları da bu konularda çalışmalar yürütüyordu. Elisha Gray bunlardan biriydi.
İngiletere'den dönen Bell, Boston Üniversitesi İnsan Sesi Fizyolojisi dalı profesörlüğüne getirildi. Kuramsal bilgilerini teknik destekle yaşama geçirmeye ve işitme engelliler için duymalarını sağlayacak aletler yapmaya girişti. Thomas Watson adlı bir elektrik mühendisi ile birlikte çalışmaya başladı. Çalışmalarını yürütmek için maddi destek gerektiğinde kendisine Avukat Gardnier Greene Hubbart yardım elini uzattı. Bell ve Watson 1875 yılında sesin tel üzerinden bir başka yere gittiğini ortaya çıkardı. Ancak ses anlaşılmaz bir durumdaydı. 14 Şubat 1876 günü Bell ve Gray telefon patenti almak için ayrı ayrı başvuru yaptı. Bell'e 7 Mart günü istediği patent verildi. 174.465 nolu patentini alan Bell atölyede denemelerini sürdürürken telefonu çalıştırmak için kullandığı bataryadan pantolonuna asit döküldü. Watson'u yardıma çağırdı:

Bell telefonla konuşurken, 1876"Bay Watson, çabuk buraya gelin. Sizi istiyorum."
Bell yardımcısını yardıma çağırırken farkında olmadan 132 yıl önce 10 Mart günü ilk telefon görüşmesini yaptı. Watson Bell'in sesini "telefon"dan duydu. ABD'nin 100’üncü kuruluş yıldönümüne denk gelen bu buluşu ona düzenlenen Yüz Yıl sergisinde birçok ödül kazandırdı. Bell bilimsel çalışmalarını yürütmek için maddi ve manevi destek gördüğü Hubbart Ailesi’nden Mabel ile bir yıl sonra evlendi.
Eşi dört yaşından beri sağırdı. Bell öğrencisi olarak tanıdığı ve daha sonra evlendiği Mabel'e derin bir sevgi duydu. Artan ününe karşın hiçbir zaman ne eşini ne de işitme engellileri göz ardı etmedi. Eşine yazdığı bir mektupta "Eşin, hangi noktaya çıkarsa çıksın, ne denli zengin olursa olsun, emin ol işitme engellileri ve onların sorunlarını her zaman düşünecektir" diye yazmıştır.
Bugün öne çıkan buluşlarının gölgesinde kalan yapıtlarının çoğu işitme engeli konusundaydı. İşitme engelli annesinin ve eşinin duyamadığı sesleri kaydetmeyi başardı. "Gramofon"dan kazandığı parayı bugün de sağırlar için çalışmalar yürüten Alexander Graham Bell İşitme engelliler Kurumu’na harcadı. Fransa hükûmeti insanlığa hizmetinden dolayı onur ödülü ve para ödülü verdi. Verilen parayı Washington'da İşitme engelliler için Volta Enstitüsü’nü kurmada kullandı. İlk el telefonunu geliştirmek için Bell teknik sorunları alt etmeye çalışırken bir yandan da kendisini dava eden Gray'a karşı hukuk savaşı verdi. Telefon atölyeden 4 yılda çıkabildi. 1880 yılında Bell'e yardım eden Tainer radyofon adını verdikleri aleti denedi.
Bir okulun tepesine çıkan Tainer çok uzaktan görebildiği Bell'e telefonla seslendi "Bay Bell. Bay Bell. Beni duyabiliyorsanız lütfen pencerenin önüne gelip şapkanızı sallayın." Bell şapkasını salladığında artık telefon doğumunun ardından emeklemeye başladı. Sekiz yıl sonra Connecticut eyaleti ilk telefon şebekesine sahip kent oldu.
Telefon yakın yıllara dek Türkiye'de olduğu gibi santraller ve memurlar aracılığı ile yürütülüyordu. Bir süre sonra santrallerde erkek memur yerine kadın memurun çalışması geleneği başladı. İlk kadın santral memuru da Boston'da çalışmaya başlayan Emma Nut oldu.
Kimi siyah beyaz filmlerde gülme konusu yapılan "manyetolu telefon" görüşmeleri 1899 yılında Almon B. Stowger adlı birinin katkısı ile otomatikleşmeye yöneldi. İşin garip tarafı Stowger telefoncu değil cenaze levazımatçısıydı. Rakibinin eşi telefon şirketinde çalışıyordu. Cenaze işleri için Strowger'ı arayanları bu memur kendi eşine bağlıyordu. Bu zor durum karşısında çözüm bulmak için kolları sıvayan Strowger otomatik santralı yapmayı başardı. Halk yeni telefona "kızsız telefon" adını taktı.
Bugünkü telefonlara benzemeyen bir biçimdeydi. Üzerinde birler, onlar, yüzler basamağını temsil eden üç tuş bulunuyordu. Bağlanmak istenen numara tuşlara aranan numarada yer alan rakamın değeri kadar basılarak sağlanıyordu. Arayan kişi tuşa kaç kez bastığını sık sık şaşırdığı için karmaşaya da yol açıyordu. Bunun da çözümü çok geçmeden bulundu.
Kısa sürede New York sokaklarını telefon direkleri ve kablo hatları örümcek ağı gibi kapladı. Yürünmez bir hale gelen sokaklardaki bir telefon direği kabloları tutan 50 çapraz tahta taşıyordu. Telefon günlük yaşama değişik biçimlerde girmeye başladı.
O yıllarda yayımlanan gazetelere verilen bir reklamda telefon şöyle tanıtıldı:
"Sohbet. Ağızdan kulağa telefonla konuşarak çok daha rahat."
Bell 1915 yılında New York'u San Francisco'ya bağlayan ilk uzun kentlerarası telefon hattını açtı. Karşısında yine yardımcısı Watson vardı. Aradan geçen onca yıla karşın Bell ilk günü unutmadı. Watson'a "Watson seni istiyorum, buraya gel" dedi.
Telefonun olanaklarından yararlanarak müşteri çekmek isteyen oteller arasında kıyasıya bir savaş başladı. Oteller ünlü müzik, tiyatro, opera, konser salonlarına bağlanan telefon "Tiyatrofon" hattı ile aldıkları sesi lobilerinde oturan müşterilerine dinletmeye başladı. Bu evlere ve iş yerlerine yayıldı.
Graham Bell belleklerde telefonun bulucusu olarak yer etse de adının öne çıkmadığı çalışmaları da vardı. Bunlardan biri büyük bir ilgi ile tüm dünyanın izlediği National Geographic dergisindeki yöneticiliğiydi. Yüzyirmi yıl önce silahlı saldırıya uğrayan ve ağır yaralanan ABD Başkanı Garfield'ın bedenindeki kurşunların yerini belirlemede ilk kez kullandığı telefonik sonda, Röntgen'in X ışınları ile tanıyı geliştirilmesinde kullanıldı. Deniz ve hava taşımacılığı için projeler gerçekleştirdi.
1893 yılında telefon ile ilgili gelişmeleri kaleme alan bir yazar gözlemini şöyle dile getirdi: "Şu anda duyabildiğimiz sanatçı ve şarkıcıları bir süre sonra insanlık görmeyi de başaracak."
Bu sözler "televizyon" özlemi olarak yorumlanmasına karşın gelişen teknoloji görüntülü cep telefonlarını, internet üzerinden canlı yayınla iletişimi işaret ettiğini göstermektedir. Bilimkurgu severler ise "Uzay Yolu" filminden esinlenerek insanların ışınlanmalarından, insanların bulundukları yerde başka bir yerdeki olayı üç boyutlu olarak ekranlarda görerek ya da duyarak değil hissederek elde edeceği günleri tartışıyor...
İşitme engeline karşı yürütülen savaşımın sonucu insanlık dünyasının sağırlığını gideren bir buluşu armağan eden Bell öldüğünde ona duyulan büyük saygı ve sevgiden ötürü soyadından yola çıkarak telefonu simgelemek için kırmızı "çan" resimleri kullanıldı.

Kapitülasyonlar

Tanımı :
Osmanlı İmparatorluğu'nda yabancılara verilen ekonomik, adli, idari vb. hak ve ayrıcalıklara kapitülasyon denir. Kapitülasyonların çoğu iki taraf için geçerli olsa da ekonomisi güçlü olan taraf kapitülasyonlardan fayda sağlarken ekonomisi zayıf olan taraf kapitülasyonlardan zarar görmüştür. [1]
Kapitülasyon kelimesi Latince caput'tan (baş) gelir ve baş eğmek, teslim anlaşması yapmak anlamlarını taşır.
Kapitülasyonlara örnek olarak Osmanlı kentlerinde örgütlenebilme hakkı, yabancıların kendi aralarındaki anlaşmazlıklarda konsolosluklara yargı yetkisi tanınması, Osmanlı topraklarında seyahat, taşımacılık ve satış serbestliği, Osmanlı sularında gemi işletme hakkı verilebilir.
Osmanlı vatandaşları da Avrupa devletlerinde, bir Avrupalının Osmanlı ülkesindeki sahip olduğu haklara sahipti. Ancak Osmanlı ekonomisi büyük ölçüde tarıma dayanmaktaydı ve Avrupa ülkelerinde ticaret yapacak herhangi bir kesimi yoktu. Ayrıca Avrupalı devletler kendileri Osmanlı'ya mal ihraç ederken gümrük vergisi ödememelerine karşın, Osmanlı malları ithal edilirken gümrük vergisi alıyorlardı. Yani fiilen Osmanlı'ya bir avantaj getirmiyordu. II. Abdülhamid, kendi, Türk yanlısı panislamist politikaları diğer Müslüman ülkelerde yaymak amacıyla, Avrupa ülkelerinin sömürgelerinden Osmanlı'da eğitim almak için gelen müslümanlara Osmanlı pasaportu vermişti. Bu pasaportu taşıyan müslümanlar, kendi ülkelerinde kanuni dokunulmazlığa kavuşuyorlardı. Dokunulmazlıkları sayesinde panislamist ve Osmanlı yanlısı söylemlerini rahatça ifade edebiliyorlardı. [2]
Ortaya Çıkış Nedenleri :
Kapitülasyonların ortaya çıkışı öncelikle yabancı topraklara yerleşen yabancıların kendi ülkelerinde alışık oldukları güvenceden yararlanma isteğinden kaynaklandı. Diğer taraftan, Osmanlı İmparatorluğu'nda hukuk sisteminin şeriata dayanması Osmanlı ile ticaret yapan yabancıları kapitülasyon arayışına başlattı.Ayrıca Osmanlı'nın dış ülkelere borçlanmasından dolayı da oldu. Asıl ortaya çıkış sebebi ise coğrafi keşiflerden sonra Osmanlı'nın Akdeniz ticaretini geliştirmek istemesindendir. İlk kapitülasyonlar Kanuni tarafından Fransaya verilmişti.Burada amaç akdeniz ticaretini canlandırmanın yanında Hristiyan birliğinin oluşmasına engel olmaktı.
Evre Evre Kapitülasyonlar :
Birinci Evre [değiştir]İlk kapitülasyonlar Bizans, Selçuklu ve Akdeniz kıyısındaki Arap ülkeleri tarafından verildi. Bu devletlerin amacı ticareti kendi ülkelerine çekmekti.
17-18. yüzyıllarda Osmanlı İmparatorluğu da aynı nedenlerle Venedik ve Cenevizlilere kapitülasyonlar vermişti.

İkinci Evre [değiştir]İkinci evre, 12. yüzyılda Hindistan'a deniz yolunun keşfi üzerine başladı, zamanla Avrupa'nın merkantilist politikasının aracı haline geldi
Kapitülasyonlar 1740 yılında I. Mahmut ve XV. Louis arasında yapılan bir anlaşmayla sürekliliği olan devletlerarası bir ticaret sözleşmesine dönüştü. Bu evre sırasında Osmanlı hâlâ kendine yeterli bir ekonomik birimdi.

Üçüncü Evre [değiştir]Bu evre, "eşitsiz mübadele"yle başladı. 19. yüzyıldaki sanayi devrimi her şeyi değiştirdi. Osmanlı ve Avrupa arasında artık bir nitelik farkı doğmuştu. Osmanlı topraklarını Avrupa'ya tek bir pazar olarak açan 1838 ticaret anlaşması yalnızca bir ticaret değil aynı zamanda ileri düzeyde bir kapitülasyon anlaşmasıydı. İhracat yasağı ve devlet tekelleri kaldırıldı. Yabancı tüccarlar yerli tüccarlarla aynı haklara sahip oldu. Bundan sonra Osmanlı artık mamül mal üretemeyecek, kumaş yerine iplik, iplik yerine ham pamuk ya da yün hatta pamuk kozası satar hale gelecektir.
Yabancıların ayrıcalıkları zamanla gayrimüslim Osmanlılara da tanındı. Osmanlının borçlanmaya başlaması kapitülasyonlarla birleşince, Osmanlı kendisini önce Düyun-u Umumiye'ye teslim etmiş, ardından yabancı şirketlere çok büyük imtiyazlar vermiş (demiryollarının işletilmesi gibi) ve sonunda Sevr Antlaşması'nın Osmanlının tüm maliyesini elinde tutacak olan bir Maliye Komisyonu kurulmasını öngören 232. Madesini kayıtsız şartsız kabul etmiştir.

Kapitülasyonların Kaldırılması [değiştir]Kapitülasyonları kaldırma sözü kurtuluş Savaşı'ndan önce 1856'da alınmıştır. Ancak, Osmanlıya verilen bu söz hiçbir zaman yerine getirilmemiştir. İttihat ve Terakki'nin 1911 yılında kaldırdığı kapitülasyonlar Sevr Anlaşması ile daha da güçlü bir şekilde Osmanlı'nın sırtına bindirildi.
Kapitülasyonlar Kurtuluş Savaşı sırasında Sovyetler Birliği ile yapılan 28 Mart 1921 Anlaşmasının 7. Maddesiyle "geçersiz ve kaldırılmış" sayıldı. Kapitülasyonların gerçek anlamda kaldırılması ise Lozan Anlaşması ile gerçekleşti

Wright Kardeşler

Wright Kardeşler, Orville (d. 19 Ağustos 1871 - ö. 30 Ocak 1948), Wilbur (d. 16 Nisan 1867 - ö. 30 Mayıs 1912), motorlu uçak uçuran ABD'li kardeşler.
18-08-1871 yılında Alphonse Pénaud, ilk defa yapısal dengeli model uçağı Tuileries Gardens, Paris’de Société de Navigation Aérienne kurumu gözetiminde 11 saniyede 40m uçurarak havacılık da yeni bir çığır açmıştı. “Planophore” adını verdiği bu model uçak, tarihte ilk yapısal dengeli uçaktır. Buna benzer bir oyuncak, Wright kardeşlerin çocukken çok ilgilerini çekmişti.
1891’de ilk Aerodrome model uçak ile denemelere başlayan Samuel P. Langley, dört senelik çalışmalarının sonunda, buhar gücü ile çalışan Aerodrome No.V’ in 30 m yükselerek 1006 m yol katetmesini sağlamıştır. (Aerodrome latince - Hava Koşusu demektir) Sürati ise saatte 32 km idi. Bir sonraki modeli Aerodrome No.VI ise Kasım 1896’da bu sefer 1280 m uçmuş ve 1 dak’dan fazla havada kalmıştır. Bu pilotsuz uçuşlar USA Savaş Bakanlığı ($50,000) ve Smithsonian Enstitüsü ($20,000) tarafından, pilotlu uçuş için desteklenmişti.
Ohio, Daytonlu iki bisiklet ustası olan Wilbur ve Orville Wright, 1890'da kuşların nasıl uçtukları hakkında kendilerine ipucu verebilecek her şeyi sistemli bir şekilde incelemeye başladılar. Bilimsel eserlerde ve eski insanların deneyimleri arasında kendi işlerine yarayacak hiçbir şey olmadığını kısa sürede anlayan Wright kardeşler sadece Berlin yakınlarındaki bir tepe üstünden planörle uçuş denemeleri yapan ve bu konuda çok dikkatli notlar tutan Alman mühendisi Otto Lilienthal'in çalışmaları ile işe başladılar.
Wilbur ve Orville Wright bilimsel öğrenim görmemişler, liseden sonra yüksek bir okulda gitmemişlerdi. Fakat uçma alanındaki çalışmalarını ilerletirken kendi yöntemlerini de model uçaklar, uçurtmalar, insan taşıyan planörler ile yaptıkları yüzlerce deney sayesinde bu konuda ilerlettiler. Havacılıktaki gelişmelerden ülke olarak geri kalmamak için, Smithsonian Institution - USA, Lilienthal’in Lift & Drag tablosu ile birlikte Wenham ve John Browning’in 1871’deki rüzgar tüneli çalışmasını daha 1895 yılında Wright kardeşlere vermişti. Lilienthal kuşların uçmalarını çok yakından incelediği için planörünün bir kuşu andırmasına fazla şaşmamak gerekir. Lilienthal uçabilecek bir uçağın havayla temas halinde olan sabit bir kanadı olması gerektiğini gösterdi. Kararlı bir uçuşu gerçekleştirebilmek için gerekli kontrol sadece onun söylediği böyle bir kanat tarafından sağlanabilirdi ve bu konuda Wright kardeşler Lilienthal çalışmalarını esas aldılar.
Amerika Birleşik Devletleri'nde tek kanatlı ve buhar motorlu havadan ağır uçan ilk pervaneli uçak, Alman Gustav Weisskopf tarafından Nisan 1899 da Pittsburgh, Pennsylvania, sonra 14-08-1901’de Bridgeport Connecticut, daha sonra da 17-01-1902 de 11,300 m’lik Connecticut uçuşu ile başlamıştı. Gustav Weiskoff (ona ingilizce tercümesi ile Whitehead derlerdi) Amerikan vatandaşlığına geçmemekte ısrar ettiğinden, Smithsonian Enstitüsü Wright Kardeşleri desteklemeye idevam etti.
Wright kardeşlerin 17 Aralık 1903'te Kuzey Karolina'da Orville'in kontrolünde havalanan ilk uçağı aerodinamik ses teorisine bağlı kalınarak yapılmıştı. Bu uçak iki pervaneliydi. Pilotla birlikte ağırlığı 335 kg.dı. Orville birinci denemede 12 saniye uçtu ve sadece 37 metre mesafe kat etti. O günkü son denemesinde ise, bu süre 59 saniyeye çıkmıştı ve 280 metrelik bir mesafeye uçmuştu.
Wright Kardeşler artık uçabilen bir uçak yapmışlardı ama onu nasıl uçuracaklarını bilmiyorlardı. Smithsonian Enstitüsü lider havacılardan, Louis Mouillard, Gabriel Voisin, John J. Montgomery, Louis Blériot, Alberto Santos Dumont ve Percy Pilcher ile yazışarak elde ettiği tüm bilgileri, Wright Kardeşlere iletmeye devam ediyordu.
04-06-1908 senesinde Amerika’nın ilk ‘Resmi’ uçuşu Kanadalı Glenn H.Curtis, June Bug adını verdiği dışarıdan yardım almadan kalkabilen bir uçak ile yaptı. Amerika’nın ilk resmi “Havadan Ağır Uçağı ve Uçuşudur”. Curtis 1 numaralı Pilot Lisansı sahibidir, Wright Kardeşler ise 4 ve 5 nolu lisansları almışlardır.
Avrupadaki hızlı havacılık gelişmeleri ve Kanadalı Glenn H. Curtis ile çalışmaya başlayan USA Savaş Bakanlığı ve Smithsonian Enstitüsü, yarışa başlamakta bile zorlanan Wright Kardeşleri artık “İlk Uçuş” ile pazarlamaya devam edecekti. Nitekim ABD, 12-12-1928 tarihinde İlk Uçuş’un 25.ci Yılı adı altında bir Uluslararası Sivil Havacılık konferansı düzenledi. Dünyaya 'İlk Uçuşun 25.ci Yılı' diye ilan edilen bu konferansa, “İlk Uçuş yalanı” yüzünden hiç bir devlet katılmadı. Tarihte kayıtlara "Güzel bir kutlama" diye geçti. (12-14 Aralık 1928)

Vietnam Savaşı

Vietnam, (Vietnamca:Việt Nam). Güneydoğu Asya'da, Çinhindi Yarımadası'nın doğusunu kaplayan bir ülkedir. Uzun dar bir kara parçası üzerinde yer alan Vietnam'ı, kuzeyde bırakan Çin, batıda Kamboçya ile Laos, güneyde ve doğuda Güney Çin önce Kuzey Vietnam ve Güney Vietnam olarak iki ayrı cumhuriyete bölünmüş olan ülke, 1976'da Vietnam sosyalist Cumhuriyeti olarak birleşmiştir. Vietnam dağlık bir ülkedir. Song-Koi ve Mekong deltaları önemli alçak düzlüktedir. Kıyı ovaları doğruda yer alır. Ormanlık, dağlık bölge geri kalan toprakların büyük bir bölümünü kaplar. Başlıca ürünleri; pirinç, manyok, kocadarı, mısır, kahve, çay, kauçuk, el işleridir. Önemli kentleri; Ho Şi Mingh, Hanoi, Haifong'dur. Eğitim; 12 yaşına kadar parasız ve zorunludur. Kuzey Vietnam ile Güney Vietnam 1976'da tek ülke olarak birleşti, ama yıllarca süren savaş ve bombardıman sonucu büyük bir yıkıma uğramıştır
Tarih:
Vietnam'ın arkeolojik tarihi, 2500 yıl öncesine dayanmaktadır. Ancak tüm tarihi değerleri ve yaşamsal bulgularıyla, Vietnam tarihi 4000 yıllık büyük bir tarihtir. Vietnam, M.Ö. 1. yüzyıl'dan 10. yüzyıl'a kadar Çin Uygarlığı'nın egemenliği altında kalmıştır. 939 yılında bir grup Vietnam zümresi tarafından ülke, Çin'e karşı bağımsızlığını kazanmıştır. 968 yılında ise Vietnam, resmi olarak kendi resmi benliğini ilan etmiştir.
Vietnam Savaşı :
Vietnam 19. yüzyılda Çinhindi olarak (Kamboçya-Laos-Vietnam) Fransa tarafından sömürgeleştirildi. Yoğunlukla köylü olan halk topraklarından olduğu için Fransız hükümetine karşı tepkiliydi. Arada milliyetçi ayaklanmalar olduysa da bir başarı elde edilemedi. Japonya'nın Vietnam'ı işgaliyle zayıflayan otoriteye karşı bağımsızlık hareketi ligi Vietminh 2 Eylül 1945'te cumhuriyeti ilan etti. Bu Fransa ile Vietnamlı komünist lider Ho chi Mingh'i karşı karşıya getirdi. Moskova'da bağlantıları olan, Çin'den silah desteği alan ve Mao Zedong'un Kuomingtang'a karşı başarıyla yürüttüğü gerilla hareketi taktiklerini bilen Ho Şi Mingh karşısında duramayan Fransa 1954'ün Mayıs ayında teslim oldu. 1956'da seçim yapılarak tekrar birleştirilmek üzere Vietnam ikiye bölündü. Kuzeyde Ho Şi Mingh'in komünist hükümeti ve güneyde Fransa'nın desteklediği Ngo Dinh Diem hükümeti kuruldu, fakat söz konusu seçim gerçekleşmedi. Saygon'daki hükümet ABD destekli otoriter bir politika izlemekteydi. Bu güneyde tepkilerin artmasına neden oldu ve kuzeyden silah desteği alan Vietkong cephesi kurularak ABD'nin de dahil olduğu iç savaş başladı. Amerikalı askerler teknik açıdan üstün olsalar da coğrafyasını bilmedikleri bir yerde, alışkın olmadıkları gerilla taktikleri karşısında çok şansları olmuyordu. 1968'de Vietkong "Tet" saldırısını başlattı, 1973'te ateşkes ilan edilse de kısa süre sonra savaş yeniden başladı. Sonunda 30 Nisan 1975'te Vietcong'un Saygon'u ele geçirmesiyle son buldu.[1]

Yönetim [değiştir]Vietnam Sosyalist Cumhuriyetinde tek yasal parti iktidardaki Vietnam Komünist Partisidir. 1975'deki anayasanın değiştirilmesiyle 1992'nin Nisan ayında yeni anayasa kabul edildi. Komünist partinin idari anlayışı yönetimin, politikanın bütün birimlerinde tekrar uygulandı. Seçimlere muhalefet etme yetkisi sadece Komünist Parti ve onun organizasyonlarına verildi. Bunlar Vietnam Anayurt Cephesi çalışanlarını ve esnaf ticaret birliklerini kapsar. Her ne kadar eyalet kamusal yönetimi sosyalist olsa bile, onun uygulanması, 1990'lardan beri azalarak devam eden ideolojik etkisi altındadır. Vietnam Cumhurbaşkanı görünürde eyalet başkanı olsa bile normalde Vietnam ordusunun başkomutanıdır. Ayrıca Ulusal Savunma ve Güvenlik makamındadır. Vietnam Başbakanı Nguyan Tan Dung hükümetin başıdır. Ayrıca 3 yardımcı bakandan oluşan Bakanlar kurulunun ve 26 bakanın başkanıdır.

Çanakkale Savaşları

Çanakkale Savaşı, I. Dünya Savaşı sırasında 1915-1916 yılları arasında Gelibolu Yarımadası'nda Osmanlı İmparatorluğu ile İtilaf Devletleri arasında yapılan deniz ve kara savaşlarıdır. İtilaf Devletleri; Osmanlı İmparatorluğu'nun başkenti konumundaki İstanbul'u alarak boğazların kontrolünü ele geçirmek, Rusya'yla güvenli bir tarımsal ve askeri ticaret yolu açmak, Alman müttefiklerinden birini savaş dışı bırakarak İttifak Devletlerini zayıflatmak amaçları ile ilk hedef olarak Çanakkale Boğazı'na girmişlerdir. Ancak saldırıları başarısız olacak, iki tarafın da çok ağır kayıplar vermesiyle İtilaf Devletleri geri çekileceklerdir.
Çanakkale Savaşlarının nedeni :
Osmanlı İmparatorluğu 2 Ağustos 1914 tarihinde Almanya ile, İttifak Devletleri safında yer almak üzere bir antlaşma imzalamıştı. Ancak bu antlaşma, Osmanlı İmparatorluğu’nun savaş hazırlıkları henüz başlamadığı için gizli tutulmuştu. Osmanlı İmparatorluğu bu antlaşmanın hemen ertesinde seferberlik hazırlıklarına başlamıştı. Aynı zamanda Osmanlı Devleti, "silahlı tarafsızlık"ını ilan etmiştir.
Akdeniz’de İngiliz donanması önünden çekilen Alman SMS Goeben ve SMS Breslau ağır kruvazörlerinin, Amiral Souchon komutasında 10 Ağustos 1914 günü Çanakkale Boğazı’nı geçerek İstanbul’a gelmeleri büyük bir gerginlik yaratmıştı, çünkü Osmanlı İmparatorluğu, Boğazlar Antlaşması gereği boğazları tüm savaş gemilerine kapalı tutmak durumundaydı. Alman Donanması’na bağlı bu gemilerin Boğazdan geçişine izin vermek savaş nedeni sayılacaktı. Ancak Osmanlı İmparatorluğu, bu gemilerin Almanya’dan satın alındığını açıklayarak gerginliği ertelemiştir. Sözkonusu gemiler 16 Ağustos 1914 tarihinde Yavuz ve Midilli adlarıyla Osmanlı Donanması’na katılmışlardı. Bu gemilerdeki Alman mürettebat, Osmanlı Donanması’na ait subay ve erat üniformaları giyerek gemilerdeki görevlerini sürdürmüşler, Amiral Souchon ise Osmanlı Donanması Komutanlığı’na getirilmişti. Böylece Almanya, yakın gelecekte Rus limanlarına karşı kullanılmak için iki büyük silahını Akdeniz'den geçirerek Karadeniz'in hemen yakınına atmış olmaktadır. Bu silahlar Ekim 1914 ayında hem Rus limanlarını vurmak için, hem de Osmanlı Devleti'ni bir oldu bittiye getirerek savaşın içine çekmekte kullanılacaktır.
Daha çok bilgi için: Yavuz ve Midilli Olayı
Yavuz ve Midilli’nin de içinde bulunduğu bir Osmanlı filosunun Amiral Souchon komutasında 27 Ekim 1914 günü Karadeniz kıyılarındaki Rus limanlarını bombalamaları ardından hem Rusya hem de İngiltere Osmanlı İmparatorluğu’na savaş ilan etmiştir.
Batı Cephesi’nde 1914 yılının Eylül ayı sonlarında Alman orduları, Fransız-İngiliz savunmasını yaramamışlar, tüm Batı Cephesi’nde cepheler kilitlenmişti. Bu durum Almanya açısından Batı Cephesi’ndeki savaşın kısa sürede bitmeyeceği anlamına geliyordu. Oysa Alman savaş planı (Schlieffen Planı), ilk adımda Batı Cephesi’nde kısa sürede Fransız-İngiliz kuvvetlerinin yenilgiye uğratılması, ikinci adımda ise tüm kuvvetlerin Doğu’ya kaydırılarak Rusya’nın savaş dışı bırakılması esasına dayanıyordu. Schlieffen Planındaki bu sapma ardından Almanya, önce Rusya’yı savaş dışı bırakmak, Doğu’da serbest kalan kuvvetleri ile Batı Cephesi’ne yeniden yüklenmek istemişti. Osmanlı 3. Ordu'sunun Kafkasya bölgesindeki Kasım – 1914 ayı başlarındaki taarruzları bu planın hazırlık aşamalarından biriydi.
Avrupa cephelerindeki bu gelişmeler, İngiltere ve Fransa’yı müttefikleri Rusya’yı desteklemek zorunda bırakmıştı. Zaten Rusya, Almanya üzerinde yeterince güçlü bir baskı yapamamaktaydı. Kısıtlı endüstriyel kapasitesi dolayısıyla İngiliz ve Fransız desteğine gerek duyuyordu. Fransa ve İngiltere’nin bu desteği sağlaması için olası dört yol vardır. Kuzey ulaşım hatlarından ikisi olanaksızdır. Kuzey Buz Denizi, yılın çok büyük bölümünde donmuş olduğundan deniz ulaşımına olanak vermemektedir, Baltık Denizi ise Alman Donanması’nın denetimindedir. Orta ulaşım yolu olan Avrupa karayolu ise Alman denetimindedir. Olası dördüncü yol ise Osmanlı İmparatorluğu’nun denetiminde bulunan Çanakkale ve İstanbul boğazlarının oluşturduğu denizyoludur. Çok yakın geçmişte, Balkan Savaşı’nda, Trablusgarp Savaşı’nda ve Sarıkamış Harekatı’nda ağır yenilgiler almış olan Osmanlı İmparatorluğu’nun askeri gücü, İtilaf Devletleri’nce zaten yetersiz olarak değerlendirilmektedir. Avrupalılarca "hasta adam" olarak görülen yaşlı Osmanlı İmparatorluğu'nun boğazlardaki bir saldırıyı kaldıramayacağı düşünülmektedir. Eğer Boğazlar askeri olarak kontrol altına alınabilirse, Rusya’nın desteklenmesi olanaklıdır. Gerçekten de Rusya, Kasım ayı başlarında müttefiklerinden Çanakkale Boğazı’na göstermelik de olsa bir saldırı yapılmasını istemiştir. Böylece Kafkasya’da Osmanlı ordusunun baskısı hafifleyecektir.
Öte yandan Rusya direnmeyi sürdürecek olursa, Almanya’nın Batı Cephesi’nde yeni bir taarruza kalkışma olanağı da pek yoktur. Bu tesbit, özellikle İngiliz yüksek komutanlığının, Batı Cephesi’ndeki kuvvetlerin bir bölümünün burada atıl tutulup tutulmadığının sorgulanmasına yol açmıştır. Ayrıca İngiliz Donanması da yeterince etkili kullanılmamaktadır. Böylece Batı Cephesi’nden alınacak bir kısım kuvvetle donanmanın işbirliği ile daha etkili ve sonuç alıcı bir harekata girişilmesi yolları aranmaya başlandı. Sonuçta Boğazlar’a yönelik bir operasyon planı üzerinde tartışılmaya başlanmıştır.
Rusya ile bağlantının bu şekilde, Boğazlar’ın kontrolünün sağlanarak sonuçlandırılması, Osmanlı Devleti’nin başkenti olan İstanbul’un da işgalini kaçınılmaz olarak gerektirmektedir. İkisi, aynı anda gerçekleşecek sonuçlardır. Çanakkale Boğazı’ndan geçilerek İstanbul’un işgalinin İtilaf Devletleri açısından diğer stratejik sonuçları şunlardır.
Osmanlı Devleti savaş dışı bırakılmış olmakla, Almanya savaşın başlarında bir müttefikini kaybetmiş olacaktır.
Osmanlının kontrolünde olan Süveyş Kanalı, dolayısıyla İngiltere’nin Uzakdoğu ulaşım yolunun güven altına alınması sağlanmış olacaktır.
Osmanlı Devleti’nin savaş dışı bırakılması, ve müslüman ülkeler nezdinde İtilaf Devletleri lehine oluşturacağı kazanımlar açısından da önem arz etmektedir. Müslüman ülkelerin gerek Orta Doğu’da gerekse de Uzak Doğu’da İngiliz hakimiyetine karşı dirence zayıflamış olacaktır.
Balkan devletleri, hemen doğudaki Osmanlı İmparatorluğu’nun çökmesi ve bunu İtilaf Devletleri’nin başarması üzerine, doğal olarak İtilaf Devletleri safında savaşa katılmaları yönünde etken olacaktır. Çünkü Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılması, Balkan devletlerinin bölgedeki hesaplarına ulaşabilmeleri yönündeki en önemli engeli ortadan kaldırmış olacak ve bu durum, İtilaf devletlerinin bir hediyesi sayılacaktır.
Rusya ile Karadeniz üzerinden deniz ulaşımının açılması özellikle önemlidir. Osmanlı İmparatorluğu'nun Boğazları her türlü deniz trafiğine kapatması sonucu, Rusya ile İngiltere ve Fransa arasındaki ticari ilişkiler de durma noktasına gelmiştir. Pek çok ticari gemi, Karadeniz'deki Rus limanlarında beklemektedir, Avrupa'da buğday fiyatları yükselirken ucuz Rus buğdayı ithal edilememekte, muazzam ticari karlardan mahrum kalınmaktadır. Kısacası Boğazların kapanması, İngiliz ve Fransız firmaları için büyük kar kaybı getirmektedir
Savaşın Sonuçları :
İngiltere ve Fransa ile Osmanlı ve Alman orduları arasında geçen ve iki taraftan toplam 500,000'den fazla insanın "kaybına" (ölüm, firar, esir, sakatlanma ve hastalıklar) neden olan savaşın ardından İtilaf Devletleri Çanakkale Boğazı'nı geçememiş, İstanbul'u işgal edememiştir. Pek çok tarihçi, Rusya'da zorda kalan çarlık rejimi devrilmesinde ve I. Dünya Savaşı 2 yıl uzamasında bu olayın önemli payı olduğu görüşündedirler.
Çanakkale Savaşları, müttefikleriyle Rusya'nın irtibatını önlemiş, bu arada Lenin ve yandaşları Bolşeviklerin Ekim Devrimi ile Rusya savaş dışı kalmıştır. Bu durum ihtilal Rusyası ile müttefiklerini birbirinden ayırmıştır. Sovyet Rusya Kurtuluş Savaşı yıllarında Ankara hükûmetine belirli ölçüde lojistik destek sağlamıştır.
Bu savaşlar, İngiliz ve Fransız kuvvetlerini Gelibolu Yarımadası'na bağlamış, Almanya ve müttefiklerinin yükleri hafiflemiştir.
Savaşta, çok sayıda eğitilmiş insan kaybedilmesi nedeniyle cumhuriyet döneminde eğitilmiş insan sıkıntısı çekilmiştir.
Karşılıklı olarak çok büyük insan ve malzeme zayiatı verilmiştir.
Mustafa Kemal bu savaşta Conkbayırı Anafartalar ve Arıburnun'da görev yapmıştır. Çıkartmanın ilk günü Conkbayırı'ndaki müdahalesi ve savaşın son aşamalarında üstlendiği görevler, Mustafa Kemal'in askeri yeteneklerini ortaya çıkarmış, "Anafartalar Kahramanı" olarak tanınmasını sağlamıştır. Bu durum daha sonraları Mustafa Kemal'in milli liderliğini ortaya çıkarmıştır.

Hititler

Hititler, tarihte Anadolu'da devlet kurmuş bir halktır. Hint-Avrupa dil ailesi'ne dahil bir dil konuştukları için Hint-Avrupa kökenli bir topluluk olduğu kabul edilmektedir. M.Ö. 2000 yıllarında Anadolu'ya göç ederek yerli Hatti Beylikleri üzerinde hakimiyet kurdukları bilinmektedir.
Konu başlıkları [gizle]
1 Tarihçe
2 Hitit Siyasi Tarihi
2.1 Hitit Beylikler Dönemi
2.2 Eski Krallık
2.3 Orta Krallık
2.4 Büyük Krallık Dönemi
3 Hitit İmparatorluğu’nun Yapısı
4 Yazı ve Dil
5 Hitit Dini
6 Kadeş Savaşı ve Barış Antlaşması
7 Boğazköy
8 Yönetim merkezi
9 Kaynaklar
10 Ayrıca bakınız


Tarihçe [değiştir]
Hitit sfenksiHititler, tabletlerinde kendilerine Nesililer diyen Hind-Avrupalı boyların sadece Orta Anadolu'da oturan bölümüdür. Anadolu'daki diğer bazı Hind-Avrupalı boylar, Luviler ve Palalar adı ile bilinirler.
Anadolu Yarımadası'nın bugün için bilinen en eski adı Hatti Ülkesi idi ve bu topraklar 1500 yıl boyunca Hatti Ülkesi olarak bilindi.[1] Bu ad o kadar yerleşmişti ki Anadolu'yu istila eden Hititler bile yeni yurtlarından söz ederken Hatti Ülkesi deyimini kullanmışlardır.
Oysa sonradan yine tabletlerden öğrenildiğine göre söz konusu Hind-Avrupalı halk kendini Nesice konuşan Nesililer olarak anıyordu.[2] Ancak Hitit biçimindeki adlandırma, Eskiçağ tarihi çevrelerinde yayıldığı için onu değiştirmek güç olurdu. Zaten filologlar söz konusu Hind-Avrupalı kavim için Hatti sözcüğünü olduğu gibi almayıp, onun Ahd-i Atik'de zikredilen "Heth" ve "Hittim" şeklinden esinlenerek Almanca Die Hethiter, İngilizce The Hittites, Fransızca Les Hittites ve İtalyanca Gli Ittiti deyimlerini üretmişlerdir. Türkçe'de ise önceleri Eti sözcüğü kullanıldı, şimdi ise Hitit deyimi yerleşmiştir.[3]
Anadolu'ya geliş yönleri arasında, Kafkasya üzerinden, Çanakkale Boğazı'ndan ya da Karadeniz'den olmalıdır. En genel kabul gören görüş, Kafkasya üzerinden Anadolu'ya indikleri yönündedir.
Tarihteki ilk kralları Kuşşara kralı LeonUgur'dır. İlk yerleşim yerleri ise Hattuşaş'dır. Pithana'nın oğlu Anitta zamanında başkentleri Neşa (Kaniş) olmuştur. Anitta, Hitit krallığının başkenti olan Hattuşaş'ı (Boğazköy), çok büyük hazineleri olduğunu tahmin ederek kuşatmış fakat şehirde herhangi bir şey bulamayınca kızarak şehri tamamen yakıp yıkmış ve ünlü lanetini savurmuştur: “Geceleyin yaptığım bir saldırı ile şehri aldım. Yerine yaban otu ektim. Benden sonra her kim kral olur ve Hattuşaş’ı yeniden iskan ederse gökyüzünün (Fırtına Tanrısı’nın) laneti üzerinde olsun.”

En geniş sınırlarında Hitit Devleti (Mavi alan)Daha sonra Anitta'nın soyundan gelen torunu Hattuşaş'ı bu kez Hitit krallığının başkenti yapacak ve kendisine de "Hattuşili" adını verecektir. Hattuşaş Antik Kalıntıları bugün UNESCO'nun Dünya Kültür Mirasları listesinde yer almaktadır. Hititler yerli halkın ekonomik ve kültürel etkilerinden etkilenerek dil ve dinlerini benimsemiş ve ırklarını Hatti ırkının içinde eritmişlerdir.
Hititler, Asurluların Anadolu’ dan çıkmak zorunda kalmasıyla devlet idaresini ellerine almışlardır. Anadolu’nun yerli halkıyla kaynaşıp Hitit Devleti’ni kurmuşlardır. Bu devletin kurucusu Labarna‘dır. Başkenti ise Hattuşaş’ dır. (Boğazköy) Hitit tarihi M.Ö. 1650 - M.Ö. 1450 Eski Krallık Devri ve M.Ö. 1450 - M.Ö. 1200 İmparatorluk Devri olmak üzere iki safhada incelenir. Hitit Devleti'nin kuruluşundan itibaren, sanattaki Mezopotamya'lı unsurlar kaybolarak, Anadolu'nun yerli sanatıyla birleşmiştir. Sanatta, boyutları büyümüş anıtsal eserler ortaya çıkmıştır. Mabetler, saraylar, sosyal yapılar, kaya kabartmaları ve orthostatlarla (bina cephelerinde alt sırada yer alan kabartmalı taşlar) önceki sanattan ayrılır.
Aslında Hattiler'e ait olmasına rağmen Hitit Güneş Kursu olarak anılan törensel nesne, Hititlerin sembolü kabul edilir.
Hitit adı Eski Ahit'e göre uydurulmuş bir isimdir. Bugün Hitit diye anılan bu halkın kendilerine "Nesi dili konuşan" anlamında Nesili dediklerini biliyoruz. Hititler kendilerine "Neşalılar" diyorlardı.

Hitit Siyasi Tarihi [değiştir]M.Ö. 1800 yılları, Anadolu tarihinin başlangıcı yerli aglutinant dil grubuna ait Hattiler ve Hint Avrupalı Hititler hakkında ilk bilgilerin edinildiği dönemdir. Bu çağ, Hitit kültürünün başlangıç ve gelişme aşamalarının kaynağıdır. M.Ö 2500-2000 yılları arasında Kuzey Kapadokya ve Orta Karadeniz bölgesinde gelişmiş kültürün temsilcisi Hattiler’ di.

Günümüzde Boğazköy'de bulunan Hattuşaş'taki Aslanlı Kapı.Şehir devletleri tarafından yönetilen bu bölgenin müstahkem şehirleri, kral mezarları, hazineleri, Hatti kültürünün simgeleridir. M.Ö 2000 yılları sonlarında büyük savaşlar sonucunda çıkan yangınlarla sona eren bu çağı, Asur Ticaret Kolonileri dönemi izler. Yazılı kaynaklardan Hititlerin, Anadolu’ya M.Ö. 3. binin son yıllarında, 2. binin başında küçük gruplar halinde, girmeye başladıkları ihtimali çıkmaktadır. Hititlerin Anadolu’ya Kuzey Karadeniz üzerinden veya kuzeydoğudan, Kafkaslar üzerinden geldikleri ve Kızılırmak kavisinin kuzey kesimine yerleşmiş oldukları değerlendirilmektedir.

Hitit Beylikler Dönemi [değiştir]Birbirini izleyen akınlarla Orta Anadolu içlerine yayılan Hititler, zamanla etki alanlarını genişletmişler, Hattili Prenslerin arazilerine hakim olmuşlardır.
Asur Ticaret Kolonilerinin geç evresinde (M.Ö. 1800- M.Ö. 1730) Kuşşara Kralı Pithana ve oğlu Anitta tarih sahnesine çıktılar. Onlar Hitit diline Nesice adını veren Kaniş/Neşa’yi zaptedip krallığın ilk merkezi yaptılar. M.Ö. 1700’lerde Kuşşara kralı Anitta, Hatti Kralı Pijusti’yi yenip şehrini tahrip ettiğini anlatmaktadır:
Geceleyin yaptığım bir saldırı ile şehri aldım. Yerine yaban otu ektim. Benden sonra her kim kral olur ve Hattuş’u yeniden iskan ederse gökyüzünün Fırtına Tanrısı’nın laneti üzerinde olsun.
Eski Krallık [değiştir]Hattuşaş M.Ö. 17. yy.’ ın ikinci yarısında, Hitit Kralı I. Hattuşili tarafından başkent olarak seçilir. Eski Hitit Devleti’nin kurucusu I. Hattuşili Kızılırmak kavisi içindeki çekirdek ülkede birliği sağladıktan sonra, Kuzey Suriye ve Yukarı Fırat Bölgesi’nde Hurri Ülkesine karşı yönettiği akınlarla, kendisini izleyecek Hitit Krallarına bir Dünya devleti olma amacının işaretini veriyordu. Murşili istilalara güneyde devam ederek ve Suriye’deki şehir devletlerini devreden çıkartarak, Mezopotamya ticaret yollarını kontrol altına aldı. Halep ele geçirildi ve ordu Babil’e kadar ilerleyerek Hammurabi hanedanlığına son verdi.
Ancak, I. Murşili’nin Hantili tarafından öldürülmesi bir karışıklık dönemi getirir. Hantili idareyi ele aldıysa da o da öldürüldü. Hantili’den sonra tahta geçen Zidanta ve I. Huzziya’da Hantili ile aynı kaderi paylaşarak öldürüldüler.
Bu dönemde Hitit devleti, Torosların güneyindeki ülkeleri, Güney ve Güneydoğu Anadolu’daki diğer bölgeleri yeniden Mitanni Krallığı’na kaptırdı.
Telipinu tahta geçince, saraydaki kan davalarını durdurmayı başardı. Önceki kralların uzak bölgelere yaptıkları seferleri durdurarak, Anadolu’yu kendi içinde tutarlı bir idari teşkilat altına almaya çalıştı. Bu amaçla eyalet sistemini kurdu. Telipinu fermanı olarak bilinen fermanı yayınlayarak, taht verasetini belli kurallara bağladı.

Orta Krallık [değiştir]Geleneksel Hitit tarihi çağ ayrımına göre, Telipinu devrini Orta Krallık adı verilen dönem izler.
Aynı zamanda I. Tuthaliya Hititlerin amansız düşmanı Kaşkalar’la da başetmek zorunda kalmıştır. Metinlerde Tuthaliya zamanında, Fırat’ın yukarı yatağında kalan bölgelere ve Kuzey Mezopotamya’da Hurrilere karşı yapılan askeri harekatlardan söz edilmektedir. Bu başarılarla I. Tuthaliya’nın Hatti ülkesinde krallığın gücünü yeniden sağladığı anlaşılmaktadır. Ancak I. Tuthaliya’nın hükümdarlık alanı genelde Anadolu ile sınırlı kalmıştır.
I. Şuppiluliuma tahta geçince, öncelikle Anadolu’ daki hakimiyetini sağlamlaştırmıştır. Daha sonra Suriye ve Kuzey Mezopotamya'nın bazı bölgelerini Hitit Krallığı’na katmıştır. Kaşkalarla savaşmış, Ugarit Kralı II. Nigmedu ile bir anlaşma yapmıştır. Şuppiluliuma Mısır’ da Tutankhamon’ un ölümünden sonra çıkan çatışmaları fırsat bilmiş, Kargamış’ı alarak Mitanni Krallığı’ na son vermiştir.

Hitit İmparatorluğu'nun son bilinen kralı 2. Suppiluliuma'nın rölyefi.II. Murşili’nin, Anadolu’nun kuzeyindeki ve batısındaki seferleri, Hitit çekirdek ülkesinde vebanın hüküm sürdüğü ve giderek artan Asur etkisiyle Suriye’de huzursuzlukların yaşandığı bir döneme rastlamıştır.

Büyük Krallık Dönemi [değiştir]Babası Murşili’nin ardından fazla zorluk çekmeden tahta geçen XXI. Muvattalli, yirmi yıldan fazla ’’Büyük Kral’’ olarak hüküm sürmüştür. O’ nun küçük kardeşi Hattuşili, askeri birliklerin başı, saray memuru, kuzey sınırının sürekli huzursuz bölgelerinde ve Hattuşa’da Vali olarak Hükümdara birçok alanda hizmet vermiştir. Bu dönemde Muvattalli sarayını, Tanrı ve atalarının heykelleri ile birlikte Hattuşa’dan Tarhuntaşşa’ya taşımıştır. Muvattalli zamanında Orta Suriye’deki Amurru bölgesi nedeniyle, Hititler’in anlaşmazlığa düştüğü ülke Mısır’dı. Bu anlaşmazlık Kadeş Savaşı’ na yol açtı. (M.Ö. 1299)
Günümüzde Mısır’ daki Abydos, Luksor, Abu Simbel’in duvarları ve Ramsesseum’un pylonlarının üzerindeki kabartmalarda, Yakındoğu’nun geçmişindeki en ünlü savaşlardan biri olan Kadeş Savaşı’nın tasviri görülmektedir. Kabartmalara II. Ramses’in Hitit Kralı II. Muvattalli’yi yenerek elde ettiği zaferin kutlandığı hiyeroglif metinler eşlik etmektedir. Firavun çok iyi hazırlanarak savaş alanında bizzat bulunmasına rağmen, savaşın asıl galibi Hititler olmuştur. Amurru yeniden Hitit yönetimi altına girmiş, ayrılıkçı yerel kral Benteşina ise Anadolu’ya sürülmüş, Kadeş Kalesi Hitit denetiminde kalmıştır.
Büyük Kral II. Muvattalli öldüğünde, eski bir kurala uyulmuş ve imparatorluğun en güçlü adamı olan kardeşi Hattuşili yerine, oğlu III. Murşili/Urhi-Teşup tahta geçmiştir. O, başkenti Tarhuntaşşa’dan, yeniden Hattuşa’ya taşımıştır.
Bölgede II. Muvattalli döneminden ve Kadeş Savaşı’ ndan bu yana II. Ramses hüküm sürmekteydi. Hattuşili Asur ve Babil Hükümdarları ile olduğu gibi, II. Ramses ile de hükümdarlar arasındaki olağan ilişkilerini sürdürmüştür. I. Şuppiluliuma’ dan beri süregelen savaş durumunu sona erdirmiş ve Mısır ile barış antlaşmasını imzalamıştır. Antlaşma Hattuşa’ da ortaya çıkarılan ve günümüzde İstanbul Arkeoloji Müzesinde bulunan kil tabletten anlaşılmaktadır. Akadca yazılmıştır. Ayrıca Mısır-Karnak Ramesseum’ da da Mısır hiyeroglifi ile kaleme alınmış kopyaları görülmektedir. II. Ramses ile yapılan barış antlaşması, Hattuşili’ nin hükümdarlık döneminde ulaştığı bir zirvedir. Bu başarı kendisinin rakipleri Asur ve Babil ile Ege’ deki rakibi Ahhiyava karşısındaki konumunu güçlendirmiştir.
Kurallara uygun olmaksızın tahta çıkmış olmasına rağmen, III. Hattuşili önemli politik başarılar ve uluslararası takdir kazanmıştı; ancak Hattuşa’da tahtına çıkacak kişi ile ilgili düzenlemeyi yapmak da kendisi için önljggfjemliydi. Önceden seçilen varisten vazgeçilmiş ve yerine Prens IV. Tuthaliya seçilmişti. Tuthaliya tahta çıktıktan sonra, Tarhuntaşşa Kralı Kurunta ile antlaşma yapmış ve Tarhuntaşşa ülkesinin sınırları yeniden çizilmiştir. II. Muvattali’nin oğlu olarak hanedandan gelen Krala, imparatorluk hiyerarşisi içinde Karkamış Kralı ile aynı düzeyde yer verilmiştir.
Hitit İmparatorluğu’nun bilinen son hükümdarı IV. Tuthaliya’ nın oğlu II. Şuppiluliuma, başgösteren yiyecek sıkıntısıyla daha da gerginleşen duruma rağmen bazı askeri başarılar elde etmiştir. Hattuşa’da bugün Güneykale olarak adlandırılan kesimdeki bir yazıtta, II. Şuppiluliuma’ nın askeri birliklerinin Orta ve Güneybatı Anadolu’da başarıyla savaştığından, Tarhuntaşşa’ da da hükümdarın yeniden otorite kurduğundan söz edilir. Çivi yazılı belgeler de, Kargamış Kralı ve doğrudan Büyük Kral tarafından denetlenen Alaşiya (Kıbrıs) ülkesiyle antlaşma yapıldığı belirtilir.
Hitit İmparatorluğu’nun M.Ö. 1200’den kısa bir süre sonra yıkılma nedeni halen tam olarak anlaşılamamıştır. İmparatorluğun yıkılmasına çeşitli etkenlerin neden olduğu değerlendirilmektedir. Son büyük kralın hüküm sürdüğü dönemde, halk içinde huzursuzluklar ve Hitit aristokrasisinde giderek artan çatışmalar başgöstermiştir. Hitit Devletinin ayakta olduğu son yıllara tarihlenen yazılı kaynaklar, sefalet içinde olduğu belirtilen Anadolu’ya Suriye ve Mısır’dan büyük miktarlarda tahıl sevk edildiğini kanıtlamaktadır. Aynı zamanda Anadolu’daki huzursuzluklar ve Suriye üzerindeki Hitit etkisinin azalması da Hitit İmparatorluğu’nun yıkılmasında neden ya da sonuç olarak değerlendirilmektedir...

Hitit İmparatorluğu’nun Yapısı [değiştir]Hitit Devleti, Kral ve üyeleri kraliyet ailesinden gelen kişilerden oluşan politik bir kurumdu. Yönetimin politik organı Pankuş’tur (İmparatorluk Meclisi). Herhangi bir politik sorun olduğunda Pankuş Kral tarafından çağırılmaktaydı. Fakat Pankuş kralı bile denetleme yetkisine sahipti; yani Pankuş, kralın kararları hakkında söz sahibi bir kurul ve böylelikle de onun mutlak hakimiyetinin tek denetleyiçisiydi.

Yazı ve Dil [değiştir]Ana madde: Hitit Dili
Hititlerin dili, Hint-Avrupa Dillerinin Anadolu'nun alt grubuna dâhildir. Muhtemelen bir Hint-Avrupa öncesi eski Anadolu dili konuşan Hattilerden Hatti ifâdesini ülkeleri için kullanmışlardır. Buna karşın dillerine Kaniş (Neşa) kentinden alınma Nesili (Nesçe) derlerdi.
Hititçe, bugüne kadar bilinen en eski Hint-Avrupa dilidir. Hitit İmparatorluğu'nda bunun dışında Luvi ve Pala dillerinde olduğu gibi Hititçe'yle az veyâ çok akrabâ olan başka diller de kullanılmaktaydı. Luvca'nın dinsel konularda önemi vardı.Hitit hiyeroglif yazısı ve Luvi dili Bu dillerle berâber Hititçe, diğer Hint-Avrupa dillerinden kelime hazînesi açısından kısmen farklı olan Hint-Avrupa dillerinin Anadolu kolunu oluşturmaktaydı.
Bunun yanında farklı yazılar da kullanımdaydı. Resmî diplomatik yazışmaları ve saray arşivleri Âsur (Akad) çivi yazısıyla yazılırken kayalardaki kabartmalar ve yazıtlar için Hiyeroglif denilen yazı kullanılırdı. Bugün, bu harflerle yazılan dilin bir Luvca lehçesi olduğu bilinmektedir. Hurrice de önemli bir diplomatik yazışma diliydi ve bilhassa Mittani İmparatorluğu'yla yapılan yazışmalarda kullanılırdı.Hitit çivi yazısının dili Friedrich Hrozny tarafından 1915'te çözülmüş, Hitit hiyeroglif yazısının 1940'lı yıllarda başlayan çözülmesinde ise Helmuth Theodor Bossert'in büyük katkısı olmuştur.


Hitit Dini [değiştir]
Yazılıkaya'da Tudhaliya-IV kabartması.Sol eliyle ucu spiral biçimli asasını tutmaktadır,sağ elinin üzerindeki edikulası'nda kanatlı güneş sembolü çift güneşli olarak yapılmıştır.Hitit dîni çok tanrılı bir dindir; panteonun (tanrılar ailesi) içinde binlerce tanrı ve tanrıça vardır ve bunların pek çoğu diğer kavimlerin dinlerinden alınmıştır.
Hititler’de tanrılar, tıpkı insanlar gibidir. Fiziksel şekilleri insan gibi olduğu kadar rûhen de onlarla aynı olup insanlar gibi yerler, içerler, kendilerine iyi bakıldığı sürece insanlara iyilik ederler; ancak ihmâl edildikleri zaman hemen intikam almaya, insanları en acımasız yöntemlerle cezâlandırmaya hazırdırlar. Bir Hitit metni, insanlarla tanrıları birbirleriyle kıyaslamakta ve tanrı-insan ilişkilerini bey-hizmetçi ilişkilerine benzetmektedir.
Hitit devletinin panteonu, Anadolu ve Suriye şehirlerinin çeşitli yerel panteonlarının zamanla bir araya getirilip birleştirilmesinden oluşmuştur.
Hitit devletinin başlangıcından îtibâren baş tanrı, fırtına tanrısı Teşup'tur. Kozmik dönemi (kâinâtı) sağlayan, krallığı ve ülkenin düzenini koruyan O'dur. Kral, efendisi adına ülkeyi yönetir.

Bir Hitit arslanı, İstanbul Arkeoloji Müzesi

Kadeş Savaşı ve Barış Antlaşması [değiştir]M.Ö. 1274 tarihinde II. Ramses ile Muvattalli arasında Kadeş önünde büyük bir meydan savaşı yapılmış ve Kadeş Antlaşması ile sonuçlanmıştır. Bu antlaşmaya bağlı olarak II. Ramses savaştan önce aldığı yerleri boşaltmış, Kadeş Şehri Hititlere kalmıştır.
Kadeş Barış Antlaşması sırasında orduda çıkan bir isyanda, Muvattalli öldürülmüştür. Antlaşma, onun yerine geçen III. Hattuşili tarafından imzalanmıştır. (M.Ö. 1269) Bu antlaşma dünya tarihinde eşitlik ilkesine dayanan en eski antlaşmadır. Antlaşma çivi yazısıyla gümüş plakalar üzerine Akadca olarak yazılmıştır. Ayrıca Kralın mührünün yanında Kraliçenin (tavananna) mührü de vardır.
Bu antlaşmanın gümüş levhalara kazınmış olan asıl metinleri kayıptır. Mısır’da tapınakların duvarlarına kazınan antlaşmanın bir nüshası da, Boğazköy (Boğazkale) kazılarında kil tablet olarak bulunmuş olup Istanbul Arkeoloji Müzesinde sergilenmektedir.
Kadeş antlaşmasının Hattuşa’da bulunan çivi yazılı tabletinin büyütülmüş kopyası New York’ta Birleşmiş Milletler Binasında asılıdır.

Boğazköy [değiştir]MÖ II.bin başlarında, Yukarı Mezopotamya'daki Assur şehrinin zengin tüccarlarının Anadolu ile yoğun bir ticari ilişkiye girmiş olduklarını görüyoruz Orta Anadolu'nun geniş toprakları üzerinde kurulan küçük krallık veya beylikler, "Karum" adı verilen pazar yerleri ile son derece canlı birer ticaret merkezleriydiler. Assurlu tüccarlarla birlikte gelişen bir başka ve çok önemli olgu ise, M.Ö. II. bin de Anadolu'da bilinmeyen fakat Mezopotamya'da M.Ö. 3000 yılından beri kullanılan çivi yazısının Anadolu'ya gelişidir. Böylece Anadolu tarihi çağlara girmektedir. Kilden yapılmış tabletler üzerine yazılan mektuplardan, Assurlu tüccarların Anadolu'ya kumaş, koku ve kalay madeni getirerek yerli krallara ve halka sattıklarını, karşılığında altın, gümüş ve bazı tunç malzeme aldıklarını öğreniyoruz.
Koloni Çağı'nı izleyen Eski Hitit ( M.Ö. 18. yy.) ve Büyük Hitit Krallığı dönemleri sonunda, takriben 1200 yıllarında batıdan gelen ve Deniz Kavimleri diye adlandırılan toplulukların istilası ile Hitit İmparatorluğu son bulmuş ve Hititler yaşamlarına şehir beylikleri halinde devam etmişlerdir.

Yönetim merkezi [değiştir]Başkentleri: Hattuşaş
Anadolu'da ilk kez organize devlet kuran Hititleri'in başkenti olan Boğazköy (Hattuşaş), dağlık-engebeli bir arazi kurulmuş olup Çorum'a uzaklığı 82 km'dir.
Boğazköy'ün gerçek tarihi M.Ö. 1900'den az sonra başlar. Geç Hitit ve Asur belgelerinden öğrendiğimize göre Boğazköy; Hattuştu ve Pijusti adlı krallarla son bulan bir hanedanlığın merkezi idi. M.Ö. 19. ve 18. yy.'da Hitit öncesi'deki dönemde Boğazköy'de, Hattiler ve Asurlu tüccarlar da konaklamaktaydılar. Şehirde Asurlu tüccarların ticaret yaptıkları "karum" denilen bir pazar yeri bulunmaktaydı.
Boğazköy, M.Ö. 1200 yıllarına kadar Hititler'in başkenti olma özelliğini korumuştur. İlk Hitit kralı olarak Hattuşaş'lı anlamına gelen Hattuşili'yi görüyoruz.
Kentin asıl merkezini büyük kale teşkil eder. Büyük kalenin kuzeybatı yamacında Hitit İmparatorluk dönemine ait özel evler ile Büyük Mabed'in yer aldığı "aşağı şehir" bulunmaktadır. Şehrin güney kısmını teşkil eden "yukarı şehir"; M.Ö. 13. yy kralları tarafından yapılmış sandık şeklindeki surlarla çevrilmiştir. Bu surda Kral Kapısı, Potern, Sfenskli Kapı, Aslanlı Kapı yer almaktadır. Yukarı şehir içinde Yenice kale ve Sarıkale tahkim edilmiş olarak yapılmıştır.
Hitit Krallığı; M.Ö. 1200'deki Deniz Kavmi Göçleri sonunda Trak asıllı kavimlerin baskıları sonucu yıkılmış olup, dolayısıyla Boğazköy de başkent olma özelliğini kaybetmiştir. M.Ö. 750 yılında Friglerin yerleşimine sahne olmuştur. Hellenistik çağda ise Boğazköy; büyükçe bir yerleşim alanı olamaktan öte gidememiştir. Bizans çağında da iskan edildikten sonra Boğazköy'e 18. yy.'da bugünkü sakinleri yerleşmiştir.
Antik Hattuşa harabeleri ile Yazılıkaya Açık Hava Mabedi birer açık hava müzesi olarak önem taşımakta olup, ayrıca; Milli Park projesi kapsamına alınmış ve Dünya Kültür Mirası listesine dahil edilmiştir.

Sümerler

Sümerler, M.Ö. 3500 - M.Ö. 2000 yılları arasında Mezopotamya'da yaşamış halk.
Mezopotamya'da ortaya çıkan sayısız medeniyetin temelini Sümerler atmıştır. Ayrıca yazı ve astronomi de ilk kez Mezopotamya'da Sümerlerde ortaya çıkmıştır[1]. Genel kanı Sümerlerin çağdaşı olan halklarla yakın etkileşimi sonucu benzerliklerin olduğu yönündedir.
Kesin olmamakla birlikte Orta Asya'dan geldikleri savı vardır.[kaynak belirtilmeli]
Konu başlıkları [gizle]
1 Tarihi
2 Din
3 Bilim
4 Dil ve yazı
5 Toplum Yapısı
6 Referanslar


Tarihi [değiştir]Mezopotamya'da yaşayan birçok farklı kavimden ilk öne çıkan ve daha sonraki medeni oluşumların temelini atan Sümerlerdir. Gerek yazı, dil, tıp, astronomi, matematik gerekse din, fal, büyü ve mitoloji gibi alanlarda ilk öne çıkan ve bilinen toplum Sümerlerdir. "Yaratılış" ve "Tufan"a ilk kez Sümerlerde rastlanır. Sümer döneminde 21'i büyük olan yaklaşık 35 büyük şehir ve kasaba vardı. Bunlara örnek vermek gerekirse Kiş, Nippur, Zabalam, Umma, Lagaş, Eridu, Uruk ve Ur zikredilebilir.
Bu dönemde her kent genellikle surlarla çevriliydi. Her kentte en az bir tapınak bulunurdu,bu tapınaklara Ziggurat adı verilirdi. Sümerlerde tarihin belki de ilk kral listeleri ile karşılaşılır. Fakat bu listeler genellikle tarihsel gerçeklerin ötesinde mitolojik unsurlara da sahiptirler. Örneğin kral listesine göre Tufan'dan önce Sümerlerin yaşadığı bölgede efsanevi sekiz yönetici (ve dolayısıyla kent) mevcuttu. Kral listesine göre Tufan'dan sonraki ilk Sümer hanedanları Kiş, Uruk ve Ur'dur. Ünlü Gılgamış destanının kahramanı Gılgamış kral listesine göre Uruk Hanedanı'nın krallarındandır.
Lagaş'ta iktidara gelen Ur-Nanşe yaptırdığı inşaatlarla öne çıkmıştır. Urukagina da ilk yazılı reformları sayesinde tanınmıştır. Erken dönemlerde Sümerlerin ana tanrısı An'dır, fakat daha sonraki dönemlerde bu tanrı yerine Enlil Sümerlerin baş tanrısı konumuna yükselir. Enlil'in Nippur'da Ekur adında bir tapınağı vardır. Bu nedenle Nippur Sümerlerin dini başkenti sayılırdı ve burada tapınak yaptırmak veya bu tip inşaatlarda çalışmak, hizmetli olmak önemli sayılırdı.
MÖ 2400-2350 yıllarında Sümerler düşüşe geçerken, Akkadlar yükselişe geçmiştir Sümerler,doğudan gelen Elâmlılar tarafından M.Ö 2000 yılında yıkılmıştır.

Din [değiştir]Çok tanrılı inanca sahip Sümerlerin tapınaklarına Ziggurat denirdi. Zigguratlar yedi katlı olup toplam üç ana bölümden oluşur. İlk katlar erzak deposu,orta katlar okul ve tapınak,son katlar ise rasathane olarak kullanılmıştır. Yazının icadı serüveni bu tapınaklara dayanır. Mezopotamya'da evler ve tapınaklar taş az olduğundan kerpiç ve tuğladan yapılmıştır. Hem bu özelliğinden hem de sık sık istilalara uğradığından bu yapılar günümüze kadar ulaşmamıştır.


Bilim [değiştir]Yerleştiklerinde fazla taş olmadığından taprak ve kil ile [çanak]-çömlek yapmayı ve madenleri işlemeyi biliyorlardı. Aşağı Mezopotamya'da Dicle ve Fırat nehirleri kıyısında Uruk, Lagaş, Eridu, Ur, Kiş gibi kent devletleri kurdular. Gelişmiş bir yapı tekniği kullanıyorlardı. Yerleştikleri kesimlerde muazzam bir sulama sistemi kurup, kanallar, barajlar ve bentlerle hem seli önleyip bataklıkları kuruttular hem de düzenli sulamaya dayalı bir tarım geliştirdiler. Tekerleği de icad eden bu toplum tarlaları öküzlerin çektiği sabanlarla sürüyorlardı.
60 rakamına dayanan seksajismal sayı sistemini kullanan Sümerler'in "sos" dedikleri bu 60'lık birim bütün zaman ve mekan hesaplarında kullanılmaktaydı ve onları bir uyum içersinde birbirine bağlıyordu. Ayı 30, yılı 360 gün olarak hesapladılar. Gece ve gündüzü 12'şer saate böldüler. Bir yılı 12 ay olarak hesapladılar. Ay ve Güneş tutulmasını hesapladılar. Aritmetik ve geometrinin temellerini attılar. Çarpma ve bölme cetvellerini buldular. Daireyi 360 dereceye böldüler.Böylelikle matematikte çok gelişmiş oldular

Dil ve yazı [değiştir]Ana madde: Sümerce
İlk yazıyı M.Ö. 3200 yıllarında Sümerler buldular. İlk yazıları şekiller üzerine kurulu yani her varlık ve olay için bir şekil kullandılar. Çivi yazısı işaretleri geçmişteki bir resim yazısına dayanır. Bir kavramı ifade eden işaretlere ideogram adı verilir.
Sümerce'nin Hint-Avrupa ve Sami kökenli dillerle akraba olmadığı bilinmektedir. Dilin bazı özellikleri Ural-Altay grubu dilleriyle benzerlik gösterse de dil bu gruba dahil edilemez. Sümerce bugün yapılan pek çok araştırma Hint-Avrupa Dil Ailesi'nden çok sondan eklemeli yapısı sebebiyle Japonca, Korece, Moğolca ve Türkçe ile yakın akrabalıkları tahmin edilmektedir.
Bu konuda araştırmalar yapan yazar İbrahim Okur, Sümerce'nin Türkçe ile olan yakınlığını çeşitli kaynaklar göstererek göz önüne sermiştir. Her ne kadar Sümer halkı iktidarı daha sonraları başka halklara bıraksa da, her zaman en yaygın konuşulan dillerden olmuştur. Özellikle dini kayıtlarda büyük bir öneme sahip olmuştur. Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ ..Çünkü Sümer diliyle Türkçe arasında o kadar benzerlik var ki... Mesela Sümerce alım-Türkçe alımlı, bab-baba, dim-dimdik, es-esmek, gim-kim, güles-güleç, ib-ip, ir-er, kıya-kıyı, ulu-ulu, kusu-koşmak gibi...[kaynak belirtilmeli]sözleriyle Sümerce-Türkçe arasında bir akrabalık olduğunu savunmaktadır.
Tarihte ilk yazılı hukuk kuralları Sümerler tarafından oluşturulmuştur. Bu özellikleri ile Sümerlere dünyadaki ilk Hukuk devleti denebilir. Otoritenin korunmak istenmesi hukuk kurallarının ortaya çıkmasına neden olmuştur. Lagaş Kralı Urukagine tarafından oluşturulan ilk yazılı kanunlar "fidye ve bedel" sistemine dayanıyordu. Sümerlerin en önemli edebiyat eserleri; Gılgamış Destanı, Yaradılış Destanı ve Tufan Hikayesi'dir. Sümerler Matematik ve Geometrinin temellerini atmışlardır. (Dört işlemi bulmuşlar, dairenin alanını hesaplamışlar, çarpma ve bölme cetvelleri hazırlamışlardır. Sümerler astronomide de gelişmişlerdir. (Burçları bulmuşlar, bir ayı 30, bir yılı 360 gün olarak hesaplamışlardır.Ayrıca güneş saatini icat etmişlerdir. Dünyada ilk kez ay yılı hesabına dayanan takvimi Sümerler bulmuşlardır. Akadlar tarafından egemenliklerine son verilmiştir.[kaynak belirtilmeli]Daha fazlabilgiiçin bak: Nafiz Aydın,Sümerce Dilbilgisi,Antalya 2000; E-Posta:nafizaydin@hotmail.com

Toplum Yapısı [değiştir]Devlet kentlerden oluşmuştu ve her kent surlarla çevrili idi. Kent içinde yüksek bir tepeye yapılan tapınak bulunurdu ki bu sosyal yaşamın merkezini oluşturmaktaydı.
Başlangıçta Anaerkil bir toplum yapısına sahiptiler.[kaynak belirtilmeli] İşbölümü derinleşmişti;1. sınıfı din adamları ve askerler 2. sınıfı halk 3. sınıfı ise kölelerin oluşturduğu bir toplumsal hiyerarşi vardı. Sürekli savaşlar sonucunda halktan her insan kolayca köle edinebiliyordu. M.Ö. 3000-2500 yıllarında yüksek ruhbanlardan oluşan egemen sınıflar, dinsel yapıya sahip kent devletlerinin yöneticileri olarak ortaya çıktılar. Bu kral-rahipler dinsel ve siyasal işleri yürütürlerdi. Bir kentin baş rahibi, aynı zamanda o kentin başkanıydı.
Hissedilen her nesnenin bir Tanrısı vardı ve insan görünümündeydiler, fakat insanüstü güçleri olan ölümsüz varlıklardı. Tanrılar, insanlara ne istediklerini bildirmez. Ancak insanlar onlara, kendilerinden istenileni sorarak öğrenebilirdi.
Sümer mitolojisinin en önemlilerinden biri Gılgamış Destanı'nda da adları geçen tanrılardan başlıcaları şunlardır:
Anu veya An: Gök tanrısı, önceleri baş tanrıyken sonra yerini hava tanrısı Enlil almıştır.
Enlil: Hava tanrısı, tanrıların babası, tapınağı Ekur Nippur kentindeydi.
Enki: Bilgelik tanrısı
Nimmah (Ninhursag): Ulu hanım, ana-tanrıça
Nanna (Sin): Ay tanrısı
Utu (Şamaş): Güneş tanrısı, ay tanrısı Nanna'nın oğlu.
Ecem (Kueen) : Kraliçe Soylular tanrıçası.
İnanna (İştar): Aşk ve Bereket Tanrıçası
İlk defa Akadlar tarafından içten çökertildi ve bundan sonra bir daha eski haline gelemedi; M.Ö. 2000'li yıllardan sonra uygarlıkları bağımsız kimlikleriyle yaşayamadı.[kaynak belirtilmeli] Ardından gelen Akad ve Babil uygarlıkları çoğunlukla Sümerler'in izlerini taşıdılar. Kendilerine özgü dilleri ve çivi yazıları uzun süre yaşadı. Sümer inanışları ve mitolojisi de Fenike - Yunan - Roma bağlantısıyla günümüze dek ulaştı. Şu an Dünyamızda kullanılan İncil, Tevrat ve Kur'an da da Sümer inanış ve felsefesinin izlerine rastlandığını iddia edenler vardır (bkz.Muazzez İlmiye Çığ).

BK yayınları 9.sınıf tarih sınavı 1.donem 1.yazılı yazılısı

1. 1.Tarih araştırmaları yapılırken izlenmesi gereken yöntemi başlıklar halinde sırasıyla yazınız.
2 Tarih biliminin özelliklerinden 5 tanesini yazınız.
3.Aşağıda verilen eser ve bilgilerin hangi uygarlıklara ait olduklarını karşılarına yazınız.
a. Gılgamış Destanı, Ziggurat,Ay yılı takvimi,Yaradılış Manzumesi:……………………..
b. Keops,Kefren,Mikerinos,tıp,mumyacılık,Güneş yılı takvimi :………………………….
c Tanrıları Yahova, Tevrat,Hz.Musa,Mescidi Aksa,Tek Tanrı İnancı:…………………..
d. Kral Giges,Sard,Kral yolu, Madensel para:………………………..
e. Efes,Milet,Polis, Tales,Diogenes,Heredetos:…………………………

4.Tarih öncesi devirler neye denir?Taş-bakır (kalkolitik) çağını aydınlatan Türkiye’deki en önemli merkezler nerelerdir?
5.Çin ile Hunlular arasındaki mücadelenin en temel sebebi neydi?Yazınız.
6.Tarihin bilinen ilk yazılı antlaşması kimler arasında,ne zaman , hangi adla imzalanmıştır?Yazınız.
7.Mezopotamya’da kurulan devletlerin adlarını yazınız.
8.Yunanistan’da İlk olimpiyatların yapılması—Helen Uygarlığının Doğuşu---—Yazının Anadolu’ya Asurlularca getirilmesi — Sümer Lagaş Kralı Urukagina tarafından ilk yazılı kanunların yapılması
Yukarıda verilen olayları kronolojik sıraya koyunuz.
9. Orta Asya’dan yapılan Türk göçlerinin sebepleri nelerdir?Yazınız.
10. Satrap, Karum, Firavun, Pankuş ve Tavananna kelimeleri size neyi hatırlatıyor? Kısaca yazınız.





CEVAPLAR
C.1.
Kaynak arama(Belge bulma), tasnif etme(sınıflandırma), tahlil etme(çözümleme), tenkit etme(eleştiri) ,terkip(sentez-birleştirme)yapma.
C.2. 1.Tekrarlanamaz
2. Deney ve gözlem yapılamaz
3.Durağan değildir.Bilgi yeni belgeler ışığında değişebilir.
4.Yer zaman belirtir.
5.Objektiftir
6.Sebep sonuç ilişkisi vardır.
7.İnsanlar meydana getirir.
8.Dünü anlatır,bugünü açıklar,geleceğe ışık tutar.
9.Geçmişte yaşanmış olayları inceler.
Not:Yazılan her maddeiçin 2 puan verilecektir.
C.3. a:Sümerler
b.Mısırlılar
c.İbraniler
d.Lidyalılar
e.İyonlar
C.4. Sümerler tarafından MÖ.3200 lerde yazının bulunmasından önceki döneme tarih öncesi devirler denir. Taş-bakır(Kalkolitik) çağını aydınlatan Türkiye’deki en önemli merkezler Burdur (Hacılar), Çanakkale (Truva), Yozgat(Alişar) , Denizli(Beycesultan) ve Çorum (Alacahöyük)’tür.
C.5.Tarihi İpek Yolu’nun denetimini ele geçirmek.
C.6. Hititlerle --Mısırlılar arasında Kadeş Antlaşması imzalanmıştır.(m.ö.1280)
C.7..Sümerler,Elamlar,Akadlar,Asurlular,Babilliler
C.8.Sümer Lagaş kralı Urugakina tarafından ilk yazılı kanunların yapılması(MÖ.2375)---Yazının Anadolu’ya Asurlularca getirilmesi(MÖ.2000)---Helen UygarlığınınDoğuşu(MÖ.330-30)---Yunanistan’da ilk olimpiyatlarının yapılması( 776)
C.9. Orta Asya’dan yapılan Türk göçlerinin sebepleri ,
1.İklim ve toprak koşullarının tarım ve hayvancılığa elverişsizliği (kuraklık,çölleşme)
2.Nüfusun hızla artması karşısında geçim kaynaklarının yetersizliği
3.Salgın hastalıklar
4.Türk boylarının birbirleriyle olan mücadelesi.
5.Dış baskılar(Çin Moğol )
6.Cihan hakimiyeti düşüncesi.
7.Türk kültürünü yayama düşüncesi.
8. Kalıp Esaret altında yaşamaktansa gitme yolunu seçmek.
Not:Her şık için 2 puan verilecektir.

C.10. Satrap: İranlılar(Persler) Anadolu’ya egemen olduklarında Anadolu’yu 24 eyalete ayırmışlar ve bu eyaletlere satraplık denmiş başındaki valiyede satrap adı verilirdi.
Firavun : Eski Mısır’da krala verilen isim.
Pankuş : Hititlerde meclise verilen isim.
Karum: Asurluların Anadolu’da kurdukları Pazar yerlerinin adı.
Tavananna:Hititlerde kralın hanımına verilen isim.

Kıbrıs Sorunu

Kıbrıs sorunu, Kıbrıs adası üzerindeki hükümranlık hakları ve uluslararası siyasi ilişkilerde çıkmazların olduğu bir sorun.
Konu başlıkları [gizle]
1 Konumu ve önemi
2 Kıbrıs'ın tarihçesi
3 Kıbrıs'ta Osmanlı İdaresi
4 1878-1923 Dönemi
5 1923-1960 Dönemi
6 1960-1963 Dönemi
7 1963-1974 Dönemi
8 Kıbrıs Barış Harekatı (20 Temmuz 1974)
9 Harekatın İcrası
10 Birinci ve İkinci Barış Harekatı Arasındaki Gelişmeler
11 Askeri gelişmeler
12 KTFD'nin Kurulması
13 KKTC'nin Kurulmasını Gerektiren Olaylar ve KKTC'nin Kurulması
14 Ayrıca bakınız


Konumu ve önemi [değiştir]Doğu Akdeniz'de yer almakta olan Kıbrıs'ın, yüzölçümü 9283 km2 olup Akdeniz'in 3 ncü büyük adasıdır. Yunanistan'dan 800 km., Suriye'den 120 km., Süveyş Kanalı'ndan 360 km., Türkiye'den ise sadece 70 km. uzaklıktadır. Kıbrıs, Avrupa'dan Orta Doğu'ya oradan da Süveyş Kanalı ile Çin, Hindistan Uzak Doğu ve diğer ülkelere uzanan ticaret yollarını kontrol altında tuttuğu için stratejik bir konuma sahiptir. Ayrıca Kıbrıs, kendisine en yakın Akdeniz Adası Girit'ten 555 km. uzakta olup, Anadolu'nun güney sa-hilerini, Süveyş Kanalı'nı ve Orta Doğu'yu kontrol eder.

Kıbrıs'ın tarihçesi [değiştir]Doğu Akdeniz'de çok önemli bir yer işgal eden Kıbrıs, tarih boyunca birçok büyük imparatorluğun ilgisini çekmiş ve işgaline uğramıştır. Bunlar arasında Fenikeliler'i, Asurlular'ı, Mısır'ı, Persler'i, Büyük İskender'i, Roma İmparatorluğu'nu ve Bizans Imparatorluğu'nu sayabiliriz.

Kıbrıs'ta Osmanlı İdaresi [değiştir]
Uydudan KıbrısKıbrıs, Lala Mustafa Paşa komutasındaki ordu ve Piyale Paşa komutasındaki donanma tarafından, 1 Temmuz 1570'de başlayıp 7 Ağustos 1571'de Mağusa'nın Venediklilerden alınması ile sonuçlanan bir seferle Osmanlı İdaresine girdi. Bu tarihte adada çok az sayıda Ortodoks Rum vardı. Çünkü Venedikliler Katolik idi ve Ortodoks Kilisesi'ne yaşama hakkı tanımıyordu. Osmanlı imparatorluğu Ortadokslara serbestçe kilise kurma ve gelişme imkânı sağladı. Böylece adada Ortodoks Kilisesi gelişti ve Katolik Kilisesi etkinliğini kaybetti. Görülüyor ki, bugün Türkler'i yok etmek için her türlü yola başvuran Rumlar, varlıklarını yine Türklere borçludurlar.
Osmanlılar Kıbrıs'ı fethettiği zaman ada nüfusu 150. 000 idi. Sefere katılan askerlerden 30. 000'i adaya yerleşti. Ayrıca çıkarılan bir ferman ile Karaman, İçel, Darende, Niğde, Kayseri, Zülkadriye, Bozok, Alaiye, Teke ve Manavgat'tan toplam 5720 hane Kıbrıs'a göç ettirildi ve Kıbrıs Beylerbeyilik yapılarak bu eyalete Baf, Mağusa ve Girne Sancakları ile birlikte Alaiye, Tarsus, İçel, Zülkadriye, Sis ve Trablus, Şam Sancakları bağlandı.

1878-1923 Dönemi [değiştir]1878 yılında Ruslar Kars, Ardahan, Posof ve Artvin'i işgal etti. Bunun üzerine İngiltere Osmanlı İmparatorluğu'nu Ruslar'a karşı korumak için Kıbrıs'ın kendisine kiralanmasını istedi. Bu isteği kabul etmek zorunda kalan Osmanlı İmparatorluğu, Kıbrıs'ı; Ruslar Kars, Ardahan ve Artvin'den çıkarılıncaya kadar boşaltmak üzere İngiltere'ye kiraladı. Osmanlı İmparatorluğu 1914 yılında Almanya'nın yanında savaşa girince İngiltere adayı tek taraflı olarak ilhak etliğini açıkladı. Daha sonra Ruslar işgal ettikleri yerlerden çekilmelerine rağmen İngiltere adayı boşaltmadı.
Türkiye 1923 yılında Lozan Antlaşması ile (Madde-23) adanın İngiltere'ye bırakılmasını kabul etti. Anlaşmada yer alan bir madde ile adanın statüsünde meydana gelecek değişikliklerde söz sahibi oldu. Ayrıca 2 yıl süre ile adadaki Türkler'e Türkiye'ye göç etme ve Türk Vatandaşı olma hakkı tanındı. Bu sürede çok sayıda Türk Türkiye'ye göç etti. Kalanlar ise İngiliz idaresine girdi.

1923-1960 Dönemi [değiştir]Bu dönem Kıbrıslı Türkler için en zor dönemlerden biridir. Bir yandan İngilizler'in baskısına bir yandan da Rumlar'ın tedhiş eylemlerine hedef oldular. 1923 yılında oluşturulan yasama meclisi 9 Rum, 3 Türk ve 6 da İngiliz Hükümeti tarafından atanan 18 üyeden meydana geliyordu. Bu, Türkler'e yapılan bir haksızlıktı. Bu yetmiyormuş gibi 1925 yılında meclis 12 Rum, 9 İngiliz ve 3 Türk üyeden oluşturularak haksızlık büyütüldü. Buna rağmen Rumlar ENOSİS'i gerçekleştirmek için ilk isyanlarını 1931 yılında gerçekleştirdiler. Bunun üzerine meclis fes edildi ve 1933 yılında 4 Rum, l Türk üyeden oluşan Danışma Meclisi kuruldu. Bundan sonra da Rumlar'ın ENOSİS için çalışmaları hızlanarak sürdü. 1950'li yıllarda Yunanistan'ın öncülüğünde Self-Determinasyon hakkını kullanmak için BM'e başvurdular. Bu istekleri adada iki ayrı toplumun yaşadığı hatırlatılarak reddedildi. Rumlar ENOSİS'i gerçekleştirmeye hukuken imkân olmadığını anlayınca l Nisan 1955'te EOKA terör örgütünü kurdular ve İngilizlerle birlikte Türkler'e karşı kanlı cinayetlerine başladılar. Makarios ve Grivas'ın önderliğindeki bu örgütün amacı; İngiltere'yi adadan atmayı müteakip Türkler'i katlederek ENOSİS'i gerçekleştirmekti. Buna karşı Türkler de kendilerini koruma ve ENOSİS'e engel olmak maksadıyla önce VOLKAN Teşkilatını, daha sonra da l Ağustos 1958 tarihinde TMT (Türk Mukavemet Teşkilatı)'nı kurdular.
EOKA'nın terör faaliyetleri neticesinde binlerce Türk göç etmek zorunda kaldı. Bu dönemde NATO ve BM'in girişimleri ile İngiltere-Türkiye ve Yunanistan arasında çeşitli diplomatik temaslar yapıldı ve 11 Şubat 1959 tarihinde 27 maddelik Zürih Anlaşması imzalandı. 19 Şubat 1959'da ise Londra'da iki toplum liderinin de katılmasıyla Londra Anlaşması imzalandı. Bu Anlaşmaları esas olan Kıbrıs Anayası ile ittifak ve garanti anlaşması da 15/16 Ağustos 1960 tarihinde imzalanarak KIBRIS CUMHURİYETİ kuruldu. 16 Ağustos 1960 tarihinde 650 kişilik Türk Alayı ve 950 kişilik Yunan Alayı Mağusa Limanı'ndan adaya çıktı. Bu anlaşmaların ve anayasanın esasları özetle şöyledir:
Kıbrıs bağımsız bir cumhuriyet olacak, Cumhurbaşkanı Rum, cumharbaşkan yardımcısı Türk olacak;
Resmi dil Türkçe ve Rumca olacak;
Yasama yetkisi % 70 Rum, % 30 Türk'ten oluşan temsilciler meclisinde olacak;
Cumhurbaşkanı ve cumhurbaşkan yardımcısının ayrı ayrı veto hakları bulunacak;
Yürütme organında 7 Rum, 3 Türk bakan görev alacak;
Anayasanın temel maddeleri hariç Türk ve Rum üyelerin ayrı ayrı 2/3 çoğunluğu ile tadil edilebilecek;
İdare % 70 Rum, % 30 Türk nisbetinde olacak;
Kıbrıs'ın % 60'ı Rum, % 40'ı Türk olmak üzere 2000 kişilik bir ordusu bulunacak;
Cumhurbaşkanı ve yardımcısı tarafından müştereken tayin edilecek 2 Rum, l Türk ve l tarafsız üyeden oluşan bir yüksek mahkeme kurulacak;
KIBRIS'ın 5 büyük şehrinde Türkler'in ve Rumlar'ın ayrı belediyeleri bulunacak;
Türkiye, Yunanistan, İngiltere ve Kıbrıs Cumhuriyeti arasında bir garanti ve ittifak anlaşması imzalanacak ve bu anlaşma anayasa hükmünde olacak;
Kıbrıs'ın herhangi bir devlet ile tamamen veya kısmen birleşmesi veya taksime dönüşmesi, bağımsızlığın kalkması olarak kabul edilecek;
Her toplum kendi kültür ve dilinde eğitim görecek, bu hususta anavatanlarınca desteklenebilecek;
Dışişleri, savunma ve maliye bakanlıklarından biri Türklere verilecektir. (539)
Garanti anlaşmasında ise Türkiye, İngiltere ve Yunanistan anayasa ile kurulan düzeni garanti ediyor, müştereken veya ayn ayrı müdahale hakkına sahip oluyordu.

1960-1963 Dönemi [değiştir]Bu dönem Kıbrıs Cumhuriyeti'nin hukuken var olduğu dönem olup, esasen sorunsuz bir dönem olarak anılamaz. Rumlar daha başlangıçtan itibaren Cumhuriyet'e inanmamışlar, kurulan düzeni ENOSİS için bir atlama tahtası olarak görmüşlerdir. Sonuç şudur ki, Rum Toplumu Bağımsız Kıbrıs Cumhuriyetine haksız bir sahibiyet ile yaklaşması ve akabinde ise Türk Toplumunun azınlık durumuna düşmesi ve haklarının Rumlar tarafından belirlenen; tek taraflı haksızlığı söz konusudur.

1963-1974 Dönemi [değiştir]
Gregorios Grivas21 Aralık 1963 tarihinde "AKRİTAS PLANI"nı uygulamaya koyan Rumlar (Bakınız: Kanlı Noel), saldırılarına 25 Aralık 1963 tarihinde Türk savaş uçaklarının ihtar uçuşuna kadar devam ettiler. İlk saldırılarda sadece Lefkoşa'da 92 Türk öldürüldü. Yaralıların sayısı ise 146 idi. Savaş uçaklarının ihtar uçuşundan sonra Lefkoşa'daki saldırılar yavaşladı. Fakat köylerde şiddetlendi. Rumlar 26 Aralık'ta ilk büyük katliamlarını Ayvasıl'da gerçekleştirdiler. l Ocak 1964 tarihinde Makarios, Garanti Anlaşmasını tek taraflı olarak iptal ettiğini açıkladı. Bu dönemde 103 Türk köyü katliamdan kurtulmak için daha büyük Türk köylerine göç etmek zorunda kaldı. 24 Şubat 1964 tarihinde Ruslarla bir anlaşma yapan Makarios, turist taşıma maskesi altında adaya silah taşımaya başladı. Bu arada 5000 kişilik bir ordu kurdu.
1964'ün Mart ayında Rum saldırıları yeniden şiddetlendi. Bunun üzerine TBMM gerektiğinde Kıbrıs'a müdahale kararı aldı. BM Güvenlik Konseyi ise adaya Barış Gücü gönderme kararı aldı ve ilk BG 14 Mart 1964 tarihinde adaya geldi.
Bundan sonra Türkiye ve Yunanistan arasında çeşitli diplomatik temaslar yapıldı. Türkiye, Federasyon veya taksim istedi. Yunanistan ve Makarios her iki görüşe de karşı çıktı. Bu arada adada savunmasız Türkler'e saldırılar devam ediyordu. Haziran ayında Türkiye'nin adaya müdahalesi ABD Başkanı Johnson'un mektubu ile ertelendi. Rumlar 6 Ağustos 1964 tarihinde bir avuç üniversite öğrencisi mücahit ile Erenköylü mücahitlerin savunduğu Erenköy'e Grivas komutasındaki üstün kuvvetlerle taarruza geçtiler.
Bu taarruzlar Türk Hava Kuvvetlerinin 9 Ağustos 1964 tarihinde yaptığı müdahale ile püskürtüldü ve Rumlar ateş kesmek zorunda kaldı. Bu muharebelerde Yzb. Cengiz Topel'in uçağı düştü. Cengiz Topel paraşüt ile atladı, ancak Rum bölgesine düştü. Daha sonra Cenevre Sözleşmesi'ne aykırı olarak esir muamelesi gösterilmeyen pilotun İki kolu matkap İle delindi, sol gözü çıkartıldı, başının sol tarafına beton çivisi çakılan pilot insanlık dışı davranışlarla hunharca şehit edildi.
Müdahaleden sonra Türkler'e yönelik saldırılar azalmakla birlikte bulundukları bölgelerde tecrit edilip her türlü haklarından mahrum bırakılarak yok edilmelerine girişildi. Bu durum 15 Kasım 1967 tarihine kadar sürdü. 15 Kasımı 1967 tarihinde Grivas komutasındaki Rum ve Yunan birlikleri Geçitkale'ye saldırarak katliama giriştiler. Lefkoşa-Limasol-Larnaka arasında stratejik bir noktada bulunan Geçitkale'nin Rumlar tarafından işgali ve buradaki katliamları Türkiye'nin Yunanistan'a ültimatom verip adaya müdahale kararı almasına neden oldu. Bu müdahale de ABD'nin girişimleri ve bütün Türk isteklerinin Yunanistan ve Rum yönetimi kabulü neticesinde yapılmadı. Soruna görüşmeler yolu ile çözüm aranmaya başlandı. Bu dönemde Geçici Kıbrıs Türk Yönetimi kuruldu ve çeşitli kesintilerle 1974 yılına kadar sürecek olan toplumlar arası görüşmelere başlandı. Türkler'i silahla yok edemeyeceğini anlayan Makarios, 1967-1974 döneminde Türkler'e ekonomik ve sosyal baskılar uygulayarak adadan göçe zorlama ve bu suretle asimile etme politikasını uygulamaya başladı. Bu politika çok uzun vadeli olmakla birlikte riski yoktu ve başarı şansı da oldukça fazla idi. (541)

Kıbrıs Barış Harekatı (20 Temmuz 1974) [değiştir]Ana madde: Kıbrıs Barış Harekatı
Yukarıda da izah edildiği gibi Makarios'un göç ettirme ve asimile politikası yavaş da olsa etkili oluyordu. Ancak EOKA'cıların beklemeye tahammülü yoktu. Yunanistan'da ise "Albaylar Cuntası" denilen cunta yönetimi devam ediyordu. Yunan Cuntası da ENOSİS için izlenecek yol konusunda Makarios ile aynı fikirde değildi. 15 Temmuz 1974 tarihinde Yunanlı subayların komutasındaki "RMMO", Makarios'a karşı bir darbe gerçekleştirdi ve EOKA'cı NİKOS Sampson'u Cumhurbaşkanlığına getirdi. Esas hedefi Türkleri imha ederek kısa sürede ENOSİS'i gerçekleştirmek olan darbe karşısında Türkiye hemen diplomatik girişimlere başladı. Darbeyi fiilen destekleyen ve Kıbrıs Cumhuriyeti'nin anayasasını ortadan kaldıran Yunanistan ile görüşmeye gerek duymayan zamanın Türkiye Başbakanı Bülent Ecevit, diğer garantör ülke İngiltere ile müdahale konusunu görüştü. İngiltere'nin birlikte müdahaleye yanaşmaması üzerine Türkiye 19 Temmuz akşamı Garanti anlaşmasının kendisine tanıdığı tek başına müdahale hakkını kullanmaya karar verdi.
Müdahalenin amacı; Kıbrıs'ta bozulmuş olan barışı tekrar tesis etmek; Kıbrıs Türk Halkının can güvenliğini sağlamak; adaya adil bir düzen getirmek; ENOSİS'e engel olmak ve Türkiye'nin güney emniyetini sağlamak olarak özetlenebilir.

Harekatın İcrası [değiştir]Kıbrıs Barış Harekatı iki safhada icra edildi. Birinci Safha, 20 Temmuz-14 Ağustos 1974 tarihleri arasındaki dönemi; İkinci safha ise, 14 Ağustos 1974 ve sonrası dönemi kapsar. Birinci safhada çıkan ve inen birliklerle kıyı başı bölgesi; ikinci safhada ise, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti bölgesi ele geçirildi.

Birinci ve İkinci Barış Harekatı Arasındaki Gelişmeler [değiştir]Muhtelif tarihlerde yapılan diplomatik girişimler neticesinde, taraflar, 22 Temmuz 1974, saat 17:00'de Ateşkesi ilan ettiler. Müteakiben Cenevre'de Barış görüşmelerinin yapılmasına karar verildi. İlk toplantı, 25 Temmuz saat 20:30'da yapıldı ve 27 Temmuz'da kesin ateşkes imzalandı. 30 Temmuz 1974 günü 1 nci Cenevre Konferansı sonuçlandı ve 8 Ağustos'ta tekrar toplanılmasına karar verildi. 8 Ağustos'ta toplanan 2 nci Cenevre Konferansında Türkiye; yeni bir anayasa yapılması, federasyona gidilmesi ve Türklere güvence verilmesi taleplerinde bulundu. Yunanistan ise, 1960 Anayasası ile kurulan düzene dönülmesini istedi.
Türk tarafının sunduğu çift kontrollü idare ve federal sistemi içeren iki ayrı plan Rum ve Yunan tarafınca reddedildi ve süre istendi. 13 Ağustos saat 2040'da başlayan toplantıda istenen 36 ve 48 saatlik bu süre Türkiye tarafından kabul edilmeyip 14 Ağustos 1974'te 2 nci Barış Harekatı başlatıldı.Bilinmesi gerekirki bu harekatların her birinin isimleri "Mutlu Barış Harekatı" olarak geçer ve birincisi tamamen bir uzlaşma ve sadece savunma amaçlı olsada ikincisi çıkartma ve Kıbrıs Türk Halkını güvence altına almak için gerçekleştirilmiştir.

Askeri gelişmeler [değiştir]14 Ağustos 1974 tarihinde başlayan ve 16 Ağustos günü akşam sona eren İkinci Barış Harekatı neticesinde Türk Birlikleri; doğuda Magosa, batıda Lefke, güneyde Lefkoşa'ya kadar uzanan Kuzey Kıbrıs'ı kontrol altına almayı başardılar. Bu harekatlarda Türk kuvvetleri 1000 civarında şehit verdiler.

KTFD'nin Kurulması [değiştir]1974 yılında özgürlüğüne kavuşan Kıbrıs Türk Halkı, 13 Şubat 1975 tarihinde KDFD'yi kurdu. Ancak adada hala daha özgürlüğüne kavuşamamış Türkler vardı. Bunlar adanın güney kesiminde kalan Türklerdi. 1975 yılında Cenevre'de Rum ve Türk Temsilcileri arasında yapılan görüşmelerde nüfus değişimi anlaşması yapıldı ve Eylül ayında güneyde kalan 65. 000 Türk'ün kuzeye geçmesi, aynı şekilde kuzeyde kalan Rumlar'dan da isteyenlerin güneye geçmesi sağlandı. 1975 yılında 6 tur süren görüşmelerde başka bir neticeye varılamadı. Daha sonra 12 Şubat 1977 tarihinde Denktaş ile Makarios arasında 4 maddelik bir anlaşmaya varıldı. Bu anlaşmanın maddeleri şöyle idi:
Bağımsız, bağlantısız iki toplumlu bir Kıbrıs Cumhuriyeti istiyoruz.
Her toplumun yönetimi altındaki topraklar, ekonomik ve toprak verimliliği ile toprak mülkiyeti ışığında görüşülmelidir.
Dolaşma, yerleşme serbestisi, mülkiyet hakkı gibi prensip meseleleri müzakereye açıktır. Bunların görüşülmesinde iki toplumlu federal sistem ve Türk Toplumu yönünden doğabilecek güçlükler de dikkate alınacaktır.
Federal Hükümetin görev ve yetkileri devletin birliği ve devletin iki toplumlu mahiyetini koruyacak şekilde olacaktır.
KKTC'nin Kurulmasını Gerektiren Olaylar ve KKTC'nin Kurulması [değiştir]Makarios'un ölümünden sonra yerine geçen Spiros Kiprianou Türk tarafını tanımadığını ve görüşmeyeceğini beyan etti. Fakat daha sonra dıştan gelen baskılar neticesinde 19 Mayıs 1979 tarihinde Denktaş'la toplantıya katıldı ve bu toplantı sonunda BM. Genel Sekreteri'nce 10 maddelik mutabakat metni açıklandı. Burada verilen en önemli karar toplumlar arası görüşmelere 15 Haziran 1979'da Lefkoşa'da devam edilmesi idi. Bu görüşmeler Rumlar'ın ENOSİS'e açık bir tutum içerisine girmeleri yüzünden çıkmaza girdi.
9 Ağustos 1980 tarihinde taraflar uzun süren çabalardan sonra bir gündem üzerinde mutabık kaldılar ve gündem metnini imzaladılar. Bizzat BM. Genel Sekreterinin özel temsilcisi tarafından okunan bu metin şöyle idi:
Maraş'ın belirli esaslar dahilinde iskana açılması,
Anayasa meselesi,
Toprak meselesi,
Pratik önlemler.
Fakat Kipriyanou imzalamış olduğu bu gündemi açıklandığı gün kabul etmediğini açıkladı. Herşeye rağmen Türk tarafı görüşmede ısrar etti ve 5 Ağustos 1981 tarihinde yapılan toplantıda iyi niyetli ve kapsamlı olarak hazırladığı önlemler paketini Rum tarafına ve BM'ye sundu. Bu pakette:
KTFD sınırlarını gösteren bir harita,
Maraş'la ilgili harita,
Anayasa taslağı,
Güvenlik konuları,
Garantiler yer alıyordu.
Bu öneriler BM Genel Sekreterinin özel temsilcisi tarafından olumlu bulundu. Rum tarafı ise Türk önerilerini görüşmeye bile gerek duymadan kabul etmeyeceğini açıkladı. Bundan sonra Rumlar nüfus mübadelesi anlaşmasını tanımadıklarını açıklayarak bütün Rum göçmenlerin evlerine dönmesi gerektiği tezini savunmaya başladılar. Taktikleri ise anlaşma isteyen taraf görünüp KTFD ve dolayısıyla Kıbrıs Türk Halkını ekonomik abluka altında tutmak ve Kıbrıs Cumhuriyeti olarak tanınmanın avantajlarını kullanarak Türkler'i dünyadan tecrit etmekti. Böylece zaman hep Rumlar'dan yana çalıştığından anlaşmazlığı uzatmak suretiyle zaman kazanma yolunu seçtiler.
13 Mayıs 1983 tarihinde BM. Genel Kurulu'nda Türkler'in hakkım gasp ederek işgal ettikleri sandalyenin avantajını kullanarak Türkler'in aleyhine bir karar çıkarttılar. Türk tarafı bu kararı kabul etmedi ve KTF. Meclisi, 17 Haziran 1983 tarihinde Self-Determinasyon hakkının bağımsızlık yönünde kullanılmasına olanak sağlayan bir karar aldı. Daha sonra Rum tarafının Türkler'in görüşme çağrılarını kabul etmemesi ve resmi Kıbrıs Cumhuriyeti sıfatını kullanmakta ısrar etmesi üzerine, KTF. Meclisi 15 Kasım 1983 tarihinde yaptığı toplantıda KKTC'nin kurulmasını oy birliği ile karara bağladı. KKTC'nin Bağımsızlık Bildirisi aynı gün Rauf Denktaş tarafından Saray otelinin balkonundan okunarak bütün dünyaya duyuruldu.
KKTC'nin ilanından sonra Yunanistan ve Rum tarafı BM. Güvenlik Konseyi'ne başvurdular. Cumhurbaşkanı R. Denktaş'ın ayrıntılı açıklamalarına rağmen Güvenlik konseyi 541 Sayılı kararı ile KKTC'nin ilanını hukuken geçersiz saydı. Türkiye ve KKTC bu kararı tanımadığını açıkladı.
Bundan sonra iki tarafı görüştürüp anlaştırma çabaları devam etti. BM Genel Sekreteri Perez De Cuellar'ın taraflara sunduğu "Anlaşma Taslağı" ve "Çerçeve Anlaşma Metni" 21 Ocak 1985 ve 20 Nisan 1986 tarihlerinde Rum tarafınca reddedildi. Sebebi ise, bu taslakta Türkler'e eşit hak tanınması ve ENOSİS'e olanak ta-nınmamasıydı.
Ancak BM. Genel Sekreteri almış olduğu iyi niyet görevi çerçevesinde çalışmalarına devam etti ve her iki tarafla da ayrı ayrı defalarca görüştü. 26 Şubat-2 Mart tarihleri arasında yapılan görüşmelerden bir sonuç çıkmayınca Genel Sekreter Güvenlik konseyine bir rapor sundu ve Güvenlik Konseyi 649 sayılı kararını aldı. Bu karar iki toplumdan oluşan bir Kıbrıs Devleti'nin mevcudiyeti esasına dayalı bir çözüm öngörüyordu. Amacını ise; iki toplumun ilişkilerini federasyon, iki toplumluluk ve iki bölgelilik esasına göre düzenleyecek yeni bir anayasa oluşturmak olarak ortaya koyuyordu. Her iki taraf da bu kararı kabul etti. Bundan sonra BM. Genel Sekreteri ve özel temsilcileri iki toplum liderleri ile ayrı ayrı defalarca görüşerek iki toplumun isteklerini içeren 100 maddelik fikirler dizisini ortaya koydular. Fikirler dizisindeki ana konular şunlardı:
Tam kapsamlı amaçlar,
Yol gösterici prensipler,
Federasyonun anayasal yönleri,
Güvenlik ve garanti,
Toprak düzenlemeleri,
Göçmenler,
Ekonomik güvence ve gelişmeler,
Geçici düzenlemeler.
BM Güvenlik Konseyi 10 Nisan 1992 tarihinde aldığı 750 sayılı kararla tarafları "Fikirler Dizisi" çerçevesinde görüşmelerde bulunmak üzere New York'a davet etti. Haziran ayında yapılan görüşmelerin birinci turunda Rum tarafının isteği olan toprak sorunu görüşüldü ve BM. Genel Sekreteri yetkisi olmamasına rağmen bir harita ortaya koydu. Denktaş ise verebileceği en fazla taviz olan 29 ( + )'dan aşağıya inemeyeceğini belirtti.
İkinci tur görüşmenin gündem maddesi ise yine Rumların isteği olan göçmenler konusu idi ve Genel Sekreter yine Rum yanlısı tutumu ile 100. 000 Rum'un kuzeye yerleştirilmesini istedi. Böylece hiçbir ilerleme sağlanamadı ve görüşmelere 26 Ekim 1992'de devam edilmek üzere ara verildi. Görüşmeler neticesinde Genel Sekreterin verdiği rapora istinaden Güvenlik konseyinin aldığı 774 sayılı karar ise Türk tarafının aleyhine idi. Buna rağmen Türk tarafı görüşme sürecinden ayrılmayarak Newyork'a tekrar gitti. Bu kez anayasa ve garantiler konusu ele alındı ve Rum tarafının Türklerin güvencesini azaltıcı tedbirler üzerinde durması ve Türklerle eşit şartlarda ortaklığa yanaşmaması sonucu bir ilerleme sağlanamadı. Görüşmelere ileriki bir tarihte devam edilmek üzere ara verilmesine rağmen Rum Yönetimi Lideri Vasiliu Newyork'tan ayrılmayarak Güvenlik Konseyinden çıkacak olan kararın Türkler aleyhine olmasını sağlamaya çalıştı. Genel Sekreter Boutras Gali'nin de çabaları sonucu Güvenlik Konseyinden çıkan 789 sayılı karar Türk tarafının kesinlikle kabul edemeyeceği bir karardı. Nitekim KKTC ve Türkiye bu kararı kabul etmediklerini açıkladılar.
789 sayılı karar Rum tarafındaki Başkanlık seçimlerinden sonra Mart 1993'te tarafları tekrar görüşmeye çağırıyor ve KKTC aleyhindeki BM kararlan ile KKTC'nın ve Türkiye'nin kabul etmediği Galli haritasına atıf yapıyordu.
Bu arada Rum tarafında seçimler yapıldı ve ENOSİS tarafları EOKA'cıların ve kilisenin desteklediği G. Klerides Rum yönetimi lideri oldu. Mart ayı sonunda Newyork'ta yeni görüşmeler yapıldı. Ancak "Fikirler Dizisi"ni kabul etmeyen ve seçim kampanyası boyunca bütün Rum göçmenlerinin evine döneceğini söyleyen Kle-rides ile nasıl bir sonuç alınacağı, ümitsizliğe yönelik bir görüntü verdi. Ancak seçim sonrası Klerides, Denktaş ile Newyork'ta biraraya geldiler. Görüşmede; BM. Fikirler Dizisi'nin bağlayıcı olmadığını kabul ettiler. Görüşmelerin Adada devamı konusunda prensip kararına vardılar ve Nisan ayı ortalarından itibaren de Adadaki görüşmelere başlandı. Ancak, bu görüşmelerden de sorunu temelinden çözecek neticeler ortaya konulamadı.
Temmuz 1997'de Avrupa Topluluğu'nun Güney Kıbrıs Rum kesimini üyeliğe alma yönündeki kararı, sorunun çözümünü daha da güçleştirdi.
Türkiye ile Yunanistan arasındaki diğer önemli anlaşmazlık konuları ise; Ege adalarının silahlandırılması, Kıta Sahanlığı, Ege Hava Sahası, Fır Hattı gibi temel sorunlardır. Sonuç olarak; geçmişte olduğu gibi 2000'li yıllarda da Türkiye'nin "Güvenlik Sorunları"nın devam etmekte olduğu görülür. Çeşitli nedenlerden kaynaklanan bu sorunları üç grupta toplamak mümkündür. Bunlardan Birincisi: İmparatorluğun tasviyesinden kaynaklanan sorunlardır.
İkincisi: Uluslararası ittifaklardan ve güç dengelerinden doğan sorunlardır. Üçüncüsü: Ülkenin coğrafyasından kaynaklanan sorunlardır.
Güney Kıbrıs'ta AKEL İktidarı
Şubat 2008'de GKRY'de yapılan seçimlerde Dimitris Hristofyas,son turda rakibi Kasulidis'in aldığı 15.000 oya ve %40.11 oy oranına karşı %59.89 oy oranı ve 23.000 oyla GKRY cumhurbaşkanı seçildi.Hristofyas basına verdiği demeçlerdeKıbrıs sorununun çözülememesi halkımıza ihanetle eşdeğerdirgibisinden cümleler kurarak çözüme hazır olunduğunu ifade etti.KKTC ve GKRY cumhurbaşkanlarının görüşmelerinde Mart 2008'de Lefkoşa'yı ve adayı birbirinden ayıran Lokmacı Sınır Kapısının açılması kararı alındı ve açıldı.Fakat,Kıbrıs halkı kesin çözüm bekliyor.
1970 Harekatıyla Birlikte Kıbrıs Sorununun Çözümlendiğini Savunan Tez
Bu teze göre, Türkiye Cumhuriyeti için herhangi bir sorun yoktur. Zira yetkisini kullanmış ve Kıbrıs Türklerinin adadaki sorunu kendisine göre çözmüştür. Diğer bir deyişle, Türk tarafının Kıbrıs sorunu yoktur.
KKTC'nin de Kıbrıs sorunu yoktur. Zira, adada barış sağlanmış ve Kıbrıs Türkleri devletlerini kurmuşlardır. Ancak KKTC'nin tek sorunu tanınmama sorunudur. (Dünya'da Tayvan dahil pekçok tanınmayan devlet mevcuttur.) Kıbrıs sorunu, Türkler için çözümlenmiştir. Rumlar için çözümlenmemiş ve sorundur.

İpek Yolu

pek Yolu, (Arapça: طريق الحرير: Çince: 丝绸之路; Farsça: جاده ابریشم; Rusça: Великий Шёлковый Путь; Kırgızca: Zhibek Zholu) Çin'den başlayarak Anadolu ve Akdeniz aracılığıyla Avrupa'ya kadar uzanan ve dünyaca ünlü ticaret yoludur. Milattan yüzyıllar önce Mısırlılar, daha sonra da Romalılar, Çinlilerden ipek satın alırlardı. Ulaşım ise, daha sonra İpek Yolu adı verilen güzergahı izleyen kervanlarla sağlanırdı. İpek endüstrisi, eski çağlardan beri birçok milletin hayatında çok önemli bir yer tutmuştur. Uzak Doğu'dan gelen ipek ve baharat, Batı dünyası için, uluslararası ilişkilerde önemli bir rol oynamıştır. İpek, ayrıca Doğu kültürünün Batı tarafından tanınmasını da sağlamıştır. Doğu'nun ipeği ile baharatının kervanlarla batıya taşınması, Çin'den Avrupa'ya ulaşan ticaret yollarını oluşturmuştur. Orta Çağda, ticaret kervanları, şimdiki Çin'in Şian kentinden hareket ederek Özbekistan'ın Kaşgar kentine gelirler, burada ikiye ayrılan yollardan ilkini izleyerek Afganistan ovalarından Hazar Denizi'ne, diğeri ile de Karakurum Dağları'nı aşarak İran üzerinden Anadolu'ya ulaşırlardı. Anadolu'dan deniz yolu ile veya Trakya üzerinden kara yolu ile Avrupa'ya giderlerdi.
Doğudan batıya doğru gelişen bu ticari harekette daha önceki çağlardan beri kullanılmakta olan bir yol şebekesinden yararlanılmıştır. Yoğun bir şekilde ipek, porselen, kâğıt, baharat ve değerli taşların taşınmasının yanında kıtalar arasındaki kültür alışverişine de imkân sağlayan bu binlerce kilometre uzunluğundaki kervan yolları zaman içinde İpek Yolu olarak adlandırılmıştır. İpek Yolu Asya'yı Avrupa'ya bağlayan bir ticaret yolu olmasının ötesinde, 2000 yıldan beri bölgede yaşayan kültürlerin, dinlerin, ırkların da izlerini taşımakta ve olağanüstü bir tarihsel ve kültürel zenginlik sunmaktadır.
Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinin bağımsızlıklarını kazanmalarından sonra, İpek Yolu'nun hem bir ticaret yolu, hem de tarihsel ve kültürel değer olarak yeniden canlandırılması gündeme gelmiş, bu yol boyunca inşa edilmiş ve artık kullanılmayan yapıların, yeni işlevler kazandırlarak korunmaları ve yaşatılmaları için çalışmalar başlamıştır.
İpek yolu çeşitli Türk uygarlıklarının ekonomik kaynağı olmuştur..
Venedik / İtalya
Roma / İtalya
Kedah (Kedah'in eski zamanlar tarihi)
Langkasuka
Ligor
Chi Tu
Gangga Nagara
Malacca
Pan Pan
Funan
Vijaya / Champa
Chenla
Khmer / Kambuja
Hoi An
Srivijaya
Pasai
Perlak
Ptolemy'nin Listesi [değiştir]Aşağıdaki liste Ptolemy'nin listesine dayanmakta olup, bütün şehir isimleri onun çalışmalarından alınmıştır. Bazı şehirler yok olmuş, bazıları ise farklı bölgeye taşınmıştır. Yine de Ptolemy önemli bir tarihi referans niteliği taşımaktadır.
(Alfabetik sıralamaya göre)
Afrika -
East - Akhmim, Aromaton Emporion, Axum, Coloe, Dongola, Juba, Maji, Opone, Panopolis, Sarapion, Sennar.
North - Caesarea, Carthage, Cyrene, Leptis Magna, Murzuk, Sijilmassa, Tamanrasset, Tingis.
Arabistan - Cane, Eudaemon Arabia, Moscha, Mosyllon, Sana, Saphar, Saue.
Çin - Cattgara, Chengdu, Kaifeng, Kitai, Kunming, Yarkand.
Avrupa - Aquileia, Athens, Augusta Treverorum (Trier), Gades (Cadiz), Ostia.
Hindistan - Argaru, Astakapra, Bacare, Balita, Barake, Barbaricum, Byzantion, Colchi, Erannoboas, Horaia, Kalliena, Mandagora, Melizeigara, Muziris, Naura, Nelcynda, Paethana, Palaepatmae, Palaesimundu, Poduca, Semylla, Sopatma, Suppara, Tagara, Tymdis.
Persia - Alexandria Areion, Kandahar, Persepolis.
Persian Gulf - Apologos, Asabon, Charax, Gerra, Ommana.
Kızıldeniz - Adulis, Aualites, Berenica, Malao, Muza, Myos Hormos, Ocalis, Ptolemais Theron.
South East Asia - Thaton, Trang.
Unknown - Ecbatana (located in either modern İran or Suriye), Jiaohei.

Yakın Türk Tarihinde Bilmediklerimiz

Yakın Türk Tarihinde Bilmediklerimiz

1929 - 1939 yılları arasındaki on yılda dünya sanayi üretimi %19 artarken, Türkiye'de sanayi üretimi artışının %96'yı bulduğunu, Sovyetler Birliği ve Japonya dışında hiçbir ülkede, bu alanda Türkiye'den daha hızlı bir büyüme sağlayamadığını...
Hitler dönemi Almanya ve Avusturya'sını terkeden 142 bilim adamının Batı'nın gelişmiş ve varlıklı ülkeleri dururken, Türkiye'ye gelmeyi tercih ettiklerini...

Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasından sonra - resmi ya da özel - hiçbir dış geziye çıkmadığı halde, dünyanın birçok önde gelen devlet adamının, yoksul ve geri kalmış bir ülkenin devlet başkanını ziyaret etmek için adeta sıraya girdiklerini...

1920'lerde "eski dünya"da Avrupalı olmayan ve bağımsız kalabilmiş sadece dört ülke bulunduğunu. Ama Türkiye dışında kalan Çin, Habeşistan (Etiyopya) ve İran'ın zamanla istilaya uğradığını. Mussolini'nin bir demeci, bu ortamda Türkiye'de tedirginlik yaratmıştı. Bunun üzerine Mussolini'nin, Türk Büyükelçisi'ne hemen şu mesajı vermek gereğini duyduğunu: Türkiye bu kapsamın dışındadır. Çünkü bir Avrupa ülkesidir." dediğini....( 60 yıl öncesinin faşist İtalyan diktatörünün bile bu düzeltmeyi yapmak gereğini duyduğu koşullarda, acaba niçin bugünkünden daha Avrupalı sayılıyordu?..Çok ilginç değil mi?)

Atatürk'ün doğumunun 100. yılında, UNESCO'nun 156 ülkenin ortak imzasıyla aldığı kararda O'nun için: "Uluslararası anlayış ve barış yolunda çaba harcamış üstün bir kişi, olağanüstü bir devrimci, sömürgecilik ve emperyalizme karşı savaşan ilk önder, insan haklarına saygılı, dünya barışının öncüsü, insanlar arasında hiçbir renk, din, ırk ayırımı gözetmeyen eşsiz devlet adamı" dediğini...

Cumhurbaşkanı Mareşal Gazi Mustafa Kemal'in, milletvekili adayı olarak seçime katılabilmek için, "mareşal" sıfatıyla ordudan emekliliğini istediğini, fakat emekli olabilmesi için "Türkiye Cumhurbaşkanı" sıfatıyla, kendi emeklilik kararnamesini imzaladığını...

Şubat 1920'de, müttefikler arası Londra toplantısında, Lord Curzon'un; "Ermenistan mandası altında bir Lazistan kurulmasını..." önerdiğini....
Ocak 1993'te katledilen Uğur Mumcu'nun, Muammer Aksoy cinayeti ile ilgili olarak "Ey devletin etkili ve yetkilileri, bu konuyu bir değil, bin kez düşünün. İş işten geçtikten sonra pişmanlığın hiçkimseye yararı olmaz. Başta sizlere!" dediğini...

Eski Dünya Bankası Başkanı Eugene R. Blok'un "Bizim dış ülkeler yardım programımız, Amerikan özel teşebbüslerinin yararınadır..." dediğini...

Döneminin ABD Dışişleri Bakanı Yardımcısı Richard BURT'un, M. Ali Birand ile yaptığı bir söyleşide "Bir tek Amerikan askerini Türkiye'de tutmak bize yılda 90 bin dolara mal oluyor. Oysa bir Türk askerinin Türk Hükümeti'ne maliyeti yılda 6 bin dolar..." dediğini...

Sisav'ın 1982'de düzenlediği "1980'lerde NATO" konulu bir toplantıda konuşan, ABD'li ünlü stratejist Prof. Wohlstetter'in "Türkiye'yi Türklere bayıldığımız için değil, son tahlilde Batı'nın petrolünü koruduğu için güçlendirmeliyiz..." dediğini...

Osmanlı İmparatorluğu'nun altıyüz yıllık tarihinde 215 sadrazamdan; 111'inin Türk, 33'ünün Arnavut, 24'ünün Çerkez, 20'sinin Slav, 5'inin Rum, 3'ünün Arap, 2'sinin Latin, 2'sinin Ermeni, 15'inin ise devşirme olmakla birlikte soyunun bilinmediğini...

3500 yıllık yazılı tarihin, sadece 270 yılında barış olduğunu...

Çanakkale Savaşları'nda metrekareye 6000'den fazla merminin isabet ettiğini...

Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk kâğıt paralarının 50 TL ve 100 TL olduğunu...

İlk Büyük Millet Meclisi açıldığında, Meclis'te yer alan meslek gruplarının dağılımının; Tüccar (40), Çiftçi (32), Gazeteci (11), Memur (44), Müftü (14), Müderris (13), Şeyh (10), Aşiret Reisi (5) ve İşçi (1) Milletvekili olduğunu...

2. Dünya Savaşı'nın başlarında, Vatan Gazetesi'nde Hitler'i alaya alan bir karikatür yayınlandığı için, Vatan Gazatesi'nin 60 gün süre ile kapatıldığını...

Avrupa'da ilk defa bir caddeye "Atatürk" adı verildiğini... ve bu caddenin de Belçika'nın Vise kentine bağlı - Türklerin yoğun şekilde bulunduğu - Cheratte kasabasının en büyük caddelerinden birinin adını "Atatürk Caddesi (Avenue Atatürk)" olarak değiştirdiğini...

NATO Eski Genel Sekreteri Peter Carrington'ın, "Türkiye'nin batı komşularıyla olduğu gibi, diğer Ortadoğu ülkeleriyle de özel ilişkileri ve bağları vardır. Düşman Türkiye ya da tarafsız bir Türkiye, savunma durumumuzu da gerçekten büyük zorluklara iter, stratejimizin inandırıcılığını zayıflatırdı." dediğini...
Alıntı

Kanuni Sultan Süleyman Dönemi (1520-1566)

Yavuz Sultan Selim'in Şark Çıbanı hastalığından ölmesi üzerine oğlu I. Süleyman herhangi bir taht kavgasına girmeden padişah olmuştur. Çünkü Yavuz'un hayattaki tek oğluydu.
DÖNEMİN OLAYLARI VE ÖZELLİKLERİ

A)- İÇ İSYANLAR:

1)- CANBERDİ GAZALİ İSYANI: Yavuz tarafından Suriye Valiliğine atanan eski Memlük komutanlarından Canberdi Gazali, Yavuz'un ölümünü fırsat bilerek ayaklanmış ve ortadan kaldırılmıştır.
2)- AHMET PAŞA İSYANI: Kanuni tarafından Mısır'a vali olarak gönderilen Ahmet Paşa ayaklanmış ve ortadan kaldırılmıştır.
NOT: Bu iki isyan Memlük Devletini yeniden kurmak amacıyla ortaya çıkmıştır.
3)- BABA ZÜNNUN İSYANI: Yozgat'da arazi meselesinden çıkmış gibi gösterilen bir Şii ayaklanmasıdır
4)- KALENDEROĞLU İSYANI: Konya'da Hacı Bektaş-ı Veli soyundan geldiğini ileri süren Kalenderoğlu tarafından çıkarılmış bir şii ayaklanmasıdır.

B)- AVRUPA İLE İLİŞKİLER (MACAR,AVUSTURYA,ALMANYA)

1)- BELGRAT'IN ALINMASI(1521): Macarlar'dan Belgrat'ın alınmasıyla Orta Avrupa'nın kapıları Osmanlılar'a açıldı.
2)- RODOS ADASININ FETHİ(1522): Rodos Sain Jean Şövalyelerinin elinde buluyordu. Şövalyeler Akdeniz'deki Türk ticaret gemilerine büyük zararlar veriyorlardı. Bu adanın alınmasıyla bu tehdit ortadan kalktı.

3)- MOHAÇ MEYDAN SAVAŞI(1526):
AÇIKLAMA: Bu sırada Avrupa'da Kutsal Roma Germen İmparatorluğu(Alman İmp.) ve başında da ŞARLKEN bulunmaktaydı. Şarlken Avrupa birliğini sağlamak amacıyla İspanya'yı ele geçirmiş, Fransa Kralı Fransuva'yı esir almıştı. Fransuva'nın annesinin isteği üzerine, Kanuni Fransa'ya destek olmak için II. Macaristan seferine çıktı ve Macarları Mohaç ovasında yendi.
Mohaç Meydan Savaşı: Macar ordusuyla yapılan savaşı Osmanlı Devleti kazandı. (1526)
Önemi: Bu zaferle Macaristan Osmanlı devletine bağlandı.
NOT: Kanuni Macaristan'ı Osmanlı topraklarına katmamış, himaye altına almıştır. Bunun nedeni Osmanlıların Kutsal Roma Germen İmparatorluğu ile Osmanlı Devleti arasında bir tampon bölge oluşturmak istemesidir.

4)- I. VİYANA KUŞATMASI(1529):
Bu sırada Avusturya'nın başında Şarlken'in kardeşi FERDİNAND bulunmaktaydı. Ferdinand Osmanlı himayesindeki Macaristan'a saldırınca Kanuni Sultan Süleyman harekete geçerek Viyana'yı kuşattı.
Ancak;
a)- Kış mevsiminin yaklaşması,
b)- Ağır topların getirilmeyişi,
c)- Erzağın yetersiz oluşu... gibi sebeplerle kuşatmayı kaldırarak İstanbul'a geri döndü.


OSMANLI DEVLETİ 1530

5)- ALMANYA SEFERİ(1532)
Sebebi: Avusturya Kralı Ferdinand'ın Kanuni'nin İstanbul'a geri dönmesinden sonra tekrar Macaristan'a saldırması.
Sefer: Kanuni Ferdinand ve Şarlkenle bir meydan savaşı yapmak umuduyla Almanya içlerine kadar ilerledi. Ancak Şarlken ve Ferdinand karşısına çıkma cesareti gösteremeyince İstanbul'a döndü.

İSTANBUL ANTLAŞMASI(1533):
Ferdinand'ın barış isteği üzerine İLK Osmanlı-Avusturya Antlaşması İstanbul'da imzalandı(1533).
Maddeleri:
1- Avusturya kralı protokol bakımından Osmanlı sadrazamına denk olacak.
2- Avusturya elinde tuttuğu Macar toprakları için Osmanlılar'a vergi verecek.
Önemi: Bu antlaşma Osmanlı Devleti'nin Orta Avrupa'daki üstünlüğünün bir kanıtıdır.
NOT: Bu üstünlük 1606 yılında yine Osmanlı Devleti ve Avusturya arasunda imzalanacak olan ZİTVATOROK antlaşmasıyla sona erecektir.

6)- OSMANLI-FRANSIZ İLİŞKİLERİ VE KAPİTÜLASYONLAR (1535)
İlk Osmanlı-Fransız ilişkisi Fransa kralı I. Fransuva'nın Almanya İmparatoru (Kutsal Roma Germen) Şarlken ile yaptığı savaşta esir düşmesiyle başlamıştı. Bunun üzerine Fransuva'nın annesi dönemin en güçlü devleti Osmanlı Devletinden yardım istemişti(1525). Bunun üzerine Kanuni Macaristan seferine çıkarak Mohaç'da Macarları yenmiş, sonrada Avusturya ve Almanya seferlerine çıkmıştı.
Kapitülasyonlar: Ticaret,hukuk, gümrük gibi alanlarda devletlerin birbirlerine tanıdıklar imtiyazlardır.
Kanuni Sultan Süleyman 1535'de Fransızlar'la KAPİTÜLASYON antlaşması imzalamıştır.

KAPİTÜLASYONLARLA İLGİLİ ÖNEMLİ NOTLAR:
1)- İlk ticari ayrıcalıklar Fatih döneminde Venediklilere verilmiştir.
2)- Kanuni'nin Fransızlarla kapitülasyon antlaşması yapmasının nedeni, Şarlken'e karşı Fransa'yı güçlü kılarak, Avrupa hırıstiyan birliğinin oluşmasını önlemekti.
3)- Bu antlaşma süresiz değildi. İki hükümdarın yaşadığı dönemde geçerli olacaktı. Ancak Kanuni'nin ölümünden sonra Fransızlar'ın isteğiyle 5 kez yenilenmiş ve I. Mahmut döneminde 1740'da sürekli hale getirilmiştir.
4)- Devletin gücünü koruduğu dönemlerde önemli bir sorun yaratmayan kapitülasyonlar, devletin gücünün azalmasına paralel olarak ve Avrupa'da sanayinin gelişmesiyle önemli bir sorun olmuştur.
5)- Başlangıçta sadece Fransızlar'a verilen bu haklar genişletilerek, diğer Avrupa devletlerine de verilmiştir.
6)- 1923 Lozan Antlaşmasıyla Kapitülasyonlar tamamen kaldırılmıştır.

C)- DENİZLERDE GELİŞMELER:
1)- RODOS ADASININ FETHİ(1522): Rodos Sain Jean Şövalyelerinin elinde buluyordu. Şövalyeler Akdeniz'deki Türk ticaret gemilerine büyük zararlar veriyorlardı. Bu adanın alınmasıyla bu tehdit ortadan kalktı.

2)- BARBAROS HAYRETTİN PAŞA'NIN OSMANLI HİZMETİNE GİRMESİ :
Barbaros Akdeniz'de faaliyet gösteren bir Türk korsanı idi. Kuzey Afrika'da başarılar kazanmış ve Osmanlılardan aldığı destek kuvvetlerle CEZAYİR'e sahip olmuştu. Osmanlı Donanması, kara ordusu kadar güçlü değildi. Bu yüzden Kanuni Sultan Süleyman Barbaros'u Osmanlı Hizmetine girmeye çağırdı. Barbaros'un bu teklifi kabul etmesiyle Osmanlı donanması güçlenirken, Cezayir de Osmanlı topraklarına katılmış oldu.

Barboros Hayrettin Paşa
3)- PREVEZE DENİZ SAVAŞI(1538):

Barbaros Hayrettin Paşa komutasındaki Osmanlı donanmasıyla, Andrea Dorya komutasındaki Haçlı donanması arasında yapılan bu deniz savaşını Osmanlı Devleti kazandı.
Önemi: Preveze deniz zaferiyle Akdenizdeki Osmanlı Egemenliği kesinlik kazanmış, Akdeniz bir Türk gölü haline gelmiştir.

ANDREA DORİA


4)- NİCE(NİS) KUŞATMASI: Bu arada Fransa ile Şarlken arasında savaşlar devam ediyordu. Barbaros Fransa'ya yardım amacıyla Fransız donanmasıyla birleşerek Nis'i kuşattı ve kaleyi ele geçirdi.
5)- TRABLUSGARP'IN ALINMASI(1551): Sinan Paşa ve Turgut Reis 1551 yılında Malta Şövalyelerinin elindeki Trablusgarp'ı aldı.
6)- CERBE DENİZ SAVAŞI (1559): Andrea Dorya komutasındaki Haçlı Donanması ile Turgut Reis ve Piyale Paşa'nın komutalarındaki Osmanlı kuvvetleri arasındaki bu deniz savaşını Osmanlılar kazandı.
Önemi: Bu zaferle Akdenizdeki Osmanlı Egemenliği pekişti.

7)- HİNT DENİZ SEFERLERİ (1538-1553)
Sebepleri:
a)- Coğrafi keşifler sonucu baharat yolu önemini yitirmiş, Avrupalılar Ümit Burnu yoluyla ticaret yapmaya başlamışlardı. Portekizliler Hint Okyanusu'nda egemenlik kurmuşlardı.
b)-Hindistandaki GÜCERAT İSLAM DEVLETİ'nin Portekizliler'e karşı Osmanlılardan yardım istemesi.
Seferler: Osmanlı Devleti 1538-1553 yılları arasında bu bölgeye seferler düzenledi. Portekizlilerle savaştı. Ancak kesin bir üstünlük sağlayamadı. Yemen, Aden, Sudan ve Habeşistan'ın bazı kısımları bu seferler sırasında Osmanlı topraklarına katıldı.
Hint Seferlerinin Başarısız Olma Sebepleri:
a)- Osmanlı Devlet adamlarının hint yoluna gereken önemi vermemeleri,
b)- Osmanlı gemilerinin Okyanus şartlarına dayanıklı olmaması,
c)- Gücerat Sultanlığının Osmanlı Devleti'ne gereken yardımı yapmaması.
NOT: Osmanlı Padişahlarının halife olarak ilk yardım ettikleri müslüman ülke Gücerat'dır.

D)- OSMANLI-İRAN (SAFEVİ) İLİŞKİLERİ(1534-1555)
Kanuni Sultan Süleyman Döneminde İran üzerine 1534-1555 yılları arasında üç sefer yapılmış, İran Şahının barış istemesi üzerine savaşlar sona ermiştir. Sonuçta İki Devlet arasında AMASYA ANTLAŞMASI imzalanmıştır(1555).
AMASYA ANTLAŞMASI(1555): Bu antlaşmayla Tebriz, Azerbeycan'ın büyük kısmı, Doğu Anadolu ve Irak Osmanlılar'a bırakılmıştır.
NOT: Amasya Antlaşması ilk Osmanlı-İran Antlaşmasıdır.

KANUNİ'NİN SON SEFERİ VE ÖLÜMÜ: Kanuni Sultan Süleyman Zigetvar seferini düzenlemiş ve Zigetvar kalesini kuşatma sırasında ölmüştür. (1566).
 
Sayac Ekle