31 Aralık 2008 Çarşamba

Preparing For The Twenty-First Century - Paul Kennedy PDT®

18. yüzyılda Avrupa.da ortaya çıkan devrimci eğilimler ve hareketler, mevcut sistemlerin yapısal değişiklik ihtiyacını gidermekten ziyade, insanların daha iyi şartlara kavuşma arzusu doğrultusunda güç kazanmıştır. Bu durum Fransa’da 1789 ihtilalini getirmiş, İngiltere ve Çarlık Rusya’sında ise kanlı bir biçimde bastırılmıştır. Avrupa’daki bu gelişmelerin kökünde özellikle büyük şehirlere olan kırsal göç ve hızlı nüfus artışının olduğunu 18. yüzyıldaki bazı nüfus istatistiklerinden anlamak mümkündür. Tüm Avrupa nüfusu (Rusya dahil) 1650’de 100 milyon iken 1750’lerde 170 milyon ve 1800’lerde 200 milyonun üzerine çıkmıştır.

Nüfustaki bu hızlı artışın temel nedenleri özellikle aşı tekniklerinin kullanımı ile ölüm oranlarının hızla düşmesi, beslenme yapısının gelişmesi ve kadınların daha genç evlenmeleridir.

Bu artış mevcut kaynaklar üzerinde ağır bir baskı oluşturmuş ve bu durum Thomas Robert Malthus’un “Nüfus Üzerine Çalışmalar” adlı eserinde oldukça net bir şekilde şu ifadeye kavuşmuştur. “Nüfusun büyüme hızı, yeryüzündeki kaynakların insan kullanımına sunulması hızından fazladır”.

Malthus pessimist bir yaklaşımla nüfus artışının, giderek toplu açlık ve yoksulluk, kitle hastalıkları ve toplu ölümlere neden olacağını bunun da toplumsal yapının yok olmasına neden olacağını ifade etmektedir.

Oysa bir kısım optimist yazarlara (Godwin, Condorcet) göre, bazı şeylerdeki anlık kötüye gidiş, insan kalitesinin yükselmesi, bilgiye sahip olma ve bireysel üreticilik anlayışlarının gelişmesiyle yerini suçtan ve hastalıktan arınmış, daha eşit ve sağlıklı bir gidişata bırakacaktır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

 
Sayac Ekle